otuz dört - part bir

2.8K 226 195
                                    


Işıklar.

Beyaz, floresan ışıklar; hastane odasında yanıp yanıp sönüyordu –yaz ayında olmalarına rağmen şehrin havasına yağmurlar karışmıştı, akşamın getirdiği soğukluk yağmurla diniyordu işte. Aşırı şiddetli değildi; sadece onlarla birlikte ağlıyordu.

Taehyung mor gözlerini araladığında tek parmağına sarılmış narin bir el hissettiği ilk şeydi; hyungunun yamuk parmakları başparmağına sıkıca tutunmuştu. Normalde daha uzakta olan sandalyeyi çekerek hibritin hastane yatağına yanaşmış, başını Taehyung'un karnının hizasına yaslamış uyuyordu. Taehyung onun yüzünü göremese de siyah saçlarının tutamlarını görebiliyordu.

Boştaki elini hareket ettirip siyah saçları okşamak istedi ama tüm vücudundaki ağrılar onu durduruyordu, kolunu kıpırdatmaya çalışınca bile acıyla inledi. "Sikeyim," diye mırıldandı, kurumuş dudaklarının arasından. Seokjin'in sakin nefes alışlarını hissediyor ve daha önemlisi; yeniden burnuna o nane ve çilek kokusunun doluşuyla huzuru buluyordu.

Her şey geçmişti.

Hyungu buradaydı.

Parmağına sıkıca tutunmuş, onu asla bırakmayacaktı.

Taehyung ağlamak istedi ama yeniden uykuya dalması saniyeler sürmedi, tıpkı burada olduğu son yedi gündeki gibi.


**


"Seokjinnie."

Namjoon'un duyarlı sesi oturduğu sandalyede küçülmüş, uyuklayan küçüğüne iliştiğinde Seokjin çekinerek gözlerini açtı –Namjoon hyungu üzerine eğilmiş, elinde tuttuğu karton kahveyle ve endişeli, sevgi dolu gözleriyle ona bakıyordu.

"Hadi, uyan. Çıkış işlemleri için imzana ihtiyaçları var."

Seokjin'in gözleri hemen yan tarafında uyuyan hibriti buldu; Taehyung'un gri saçları keçe gibi yastığa dökülüyor, sert yüz hatları rüyasında gördüğü şeylerle huzurlu bir ifadeye bürünüyordu. Seokjin, Taehyung'un onun kokusunu aldığını biliyordu, bu yüzden bu kadar huzurlu uyuyordu. Biliyordu işte, sebebi yoktu ama biliyordu; kendi kokusunun hibritin burnuna dokunduğu her saniyede hibritin yüzündeki rahatlamayı fark ediyordu.

Çünkü Seokjin de öyle hissediyordu.

Taehyung'un yanından beş dakikalığına bile ayrılmamıştı. Kokusundan uzaklaştığı an irkiliyor, hemen hibritin yanına geri dönüyordu.

Seokjin başını sallayarak ayağa kalktığında Namu hyungu hemen parmaklarını tuttu ve Seokjin ondan destek alarak sakince yürümeye başladı –dizindeki beyaz sargının altındaki dikiş izleri yürüyüşünü kısıtlıyordu ama yedi günde yine de yürüyebilecek kadar iyileşebilmişti. Görünüşe göre adam baldırının kenarına indirmişti darbeyi, bıçak tam içeri girmemiş, köşeden birkaç kesik açmıştı. Yine de yirmi dikiş atmışlardı ve Seokjin ağrı kesicilerle tutunmuştu uyanıklığa.

Odadan çıktıklarında Seokjin gerildi, hibrit içeride yalnız kalmıştı.

Onun kahve gözlerindeki endişeyi fark eden Namjoon küçüğünün saçını okşadı. "Seokjin, onu kimse almayacak. Burada, senin yanında, korkma tamam mı?"

"Ama ya biz yokken biri odasına gelirs-"

"Seokjin, o adam öldü. Kimse gelmeyecek."

Seokjin yutkundu –gözlerinin önüne bir hafta öncesinin görüntüsü düşüyordu.

Ölmüştü, adam ölmüştü. Kaplanın vahşi dişleri şah damara takılmış, tek ısırıkta canı almıştı. Seokjin gözünün önüne dökülen manzaranın getirdiği ürkütücülüğe irkilemedi bile. Hissettiği rahatlama o korkuyu alıyordu.

dandelion || taejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin