Bölüm 17 "Evinin Yollarına"

392 25 0
                                    

Arabada giderken aptal aptal sırıtışıma engel olamadım. Şarkıya benim söylediğim sözleri koymasının bir anlamı olmayabileceğini elbette biliyordum. Ama ya olsaydı? Olsaydı ne olurdu Ayşe? Sanki bir ilişki yaşayabilirmişiz gibi. Ne diye adama ona karşı hislerim olduğunu ima etmiştim ki? Azıcık kafamı çalıştırsam olmazdı sanki. Felaket tadım kaçmış bir şekilde gözlerimi arabanın camından aldım ve dikiz aynasından Asım Abi'yle göz göze geldik.
"Önce seni eve bırakalım mı Sezen? Saat geç oldu biraz."
Şöyle bir etrafıma baktım benim eve yürüyüş mesafesiyle yarım saat kadar vardı. Ama evim onlarınkiyle ters tarafta kalıyordu.
"Yok Asım Abi sen beni ışıklarda indir. Benim biraz işim vardı zaten."
Daha fazla onunla aynı arabanın içinde olmak istemiyordum. Biraz yürümek de iyi gelirdi. Belki akılsız başım biraz kendine gelirdi. Gözümün ucuyla Hakan'a baktığımda kaşlarını çatıp bana baktığını gördüm. 'Ne var' der gibi gözümle işaret yaptım. Kendini zor tutuyormuş gibi lafa atıldı.
"Geç oldu saat işini sonra halletseydin de eve bıraksaydık işte. Zaten bizim evden niye ayrıldın onu da anlamıyorum ya. Bütün gün beraberiz zaten."
İyice sinirlerim tepeme çıktı nedense. Bir anda parladım.
"Pardon ya saat kaçta eve gideceğimi Hakan Bey'e sormayı unutmuşum. Afedersin. Nerde kalacağımı da sana soracaktım Deli Dumrul Bey. Buraların sorumlusu sizsiniz herhalde."
Bu çıkışım karşısında olaylara tepkisiz kalan Alican ve beni görmezden gelen Can bile ağızları açık bakakaldılar. Biraz fazla carladığımı fark edip ben de boğazımı temizleyip tekrar cama döndüm. Tam o sırada arabada tam bir sessizlik oldu. Az önceki havayı dağıtmak için ortaya sordum hemen. "Ne oldu?"
Alican biraz korkarak cevap verdi.
"Işıklardayız ya Sezen. İnecekmişsin ya burada."
O anda arabanın durmuş olduğunu fark ettim. Hakan gülmemek için kendini zor tutuyordu.
"Ay pardon uykum geldi herhalde benim fark etmedim." diye geveleyip arabadan indim. Kapıyı kapatmadan "Hadi iyi akşamlar hepinize yarın görüşürüz." deyip sürgülü kapıyı çektim. Tam arkamı dönmüş iki adım atmıştım ki arabanın kapısı bir kere daha açılıp kapandı. Arkamı döndüğümde bana piyangodan kim çıktı dersiniz? Evet bingo. Bir adet elleri cebinde Hakan. Üstünde taba rengi kadife, içi beyaz yünlü gibi bir ceket vardı. Şu büyük boy olanlardan. Omuzları olduğundan da geniş görünüyordu. Altında siyah dar kesim bir kot vardı. Boyu da olduğundan uzun mu görünüyordu ne? Yok yok benim gözlerime perde indi kesin.
"Ne indin sen?" diye cırladım yine ama sesim öyle yüksek falan çıkmamıştı.
O yamuk gülüşüyle birkaç saniye baktı yüzüme.
"İncelemen bittiyse gidelim diye bekliyorum." dedi. Sonra da bana aldırış etmeden önümden geçip yürümeye başladı. Yani ben daha ne kadar yerin dibine gireyim? Arkasından bir iki adım atmıştım ki "Ne gerek vardı ben giderdim kendi başıma." diye mırıldandım. Duymasa olmaz. Arkasına dönüp bir bakış attı. Hemen başımı önüme eğip bakışlarımı kaçırdım.
"Deli Dumrul'um ya ben kim nerden nereye gidiyor kontrol etmem lazım. Belki benim köprümü kullanırsın belli mi olur." deyip güldü.
"Ben öyle çıkışmak istememiştim. Sadece..."
Adımlarını yavaşlatıp ona yetişmemi bekledi. Aynı hizaya geldiğimizde adımlarını benimkilere uydurdu. Ben sağ ayağımı öne atınca o da sağ ayağını öne atıyordu. Ne yaptığını anlayıp güldüm.
"Hah şöyle. Gülünce ne de güzelsin halbuki."
Öyle utanınca kızaran biri falan değilimdir. Hatta kolay kolay utanmam da. Ama sanki söylediği şu iki lafa bütün bedenim ısınmıştı. İçim ısınmıştı. Yüzüm ısınmıştı. Gülümsemem yüzümde iyice yayıldı.
"E sen nasıl döneceksin şimdi?"
Adımları benden daha büyük olduğu için ritmimiz kaçmasın diye uydurmaya çalışıyordu. Ayaklarıma bakarak cevap verdi.
"Taksiye biner gelirim dedim ama Asım Abi ben almaya gelirim dedi."
"E ne anlamı kaldı benim inmemin? Adamı uğraştırmasaydık boş yere."
Yüzüme küçük Emrah gibi bir bakış atıp "Sokaklarda mı yatayım ben? Almaya gelmesin mi beni?" dedi. İstemsizce yine kıkırdadım. Bu sefer bakışlarını ayaklarımdan alıp yüzüme bakmaya başladı.
Arsızlığı iyice ele alıp "Bende kalırsın o zaman." dedim. Sonra da önemsiz bir şey söylemişim gibi önüme bakmaya başladım.
Bir iki saniye sustuktan sonra. "Sende kalırım o zaman." dedi.
Bir süre sessizce yürüdük. Sonra hafifçe yağmur çiselemeye başladı. Ama öyle aman aman ıslanmıyorduk. Sanki böyle yan yana yürümek bile bir başka güzeldi. Bu yanından geçtiğimiz ağaçlar daha yeşil, bu bastığımız kaldırım taşları daha temizdi. Sanki gece ayrı bir güzel kokuyordu, rüzgar ayrı bir güzel esiyordu. Hiçbir eksiğim yoktu sanki. Bir an için onlara söylediğim büyük yalanı, yalanımın ortaya çıkma ihtimalini, Can'a olan nefretimi, lise yıllarımı, intihar edişimi, dünyanın bir ucunda tek başıma geçirdiğim yılları, intikamı unuttum. Şimdi sadece o vardı, ben vardım, bu yürüdüğümüz yol vardı. Bir yere varmasaydı keşke bu yol da böylece yürüyüp gitseydik.
Bir anda mırıldanmaya başlamasıyla beni girdiğim transtan çıkardı.
"Evinin yollarına,
Postersiz duvarlarına,
Yağmurlu sokaklarına"
"Efendim?"
Yüzüme bakıp gülümsedi.
"Hiç. Senin duvarlarında bizim posterimiz falan olsa ne gülerim diyordum."
"Ne münasebet. Çocuk muyum ben poster olacak duvarımda?" dedim. Niye olduğunu bilmediğim bir şekilde yine kendi kendine gülmeye başladı. Gözlerini kapatıp kafasını iki yana sallayarak gülmeye devam etti.
"Ben de öyle tahmin etmiştim. Hatta iddiaya varım sen çocukken bile duvarına poster asmamışsındır."
Bir anda boş bulunup ağzımdan kaçırdım.
"The Do posterim vardı sadece. Onları çok severim..." sonlara doğru kırdığım potu fark edip sesim bir tarafıma kaçmıştı. Evet odasında The Do posteri asılı tek kız ben olamazdım ama o kadar da meşhur bir grup sayılmazdı. Benim odamdaki posteri hatırlamaması için içimden dua ederken bana sanki içimi görmek istiyormuş gibi bir bakış attı. Bir anlık bir bakıştı ama tamam dedim içimden, tamam şimdi bitti. Anladı kim olduğumu şimdi ağzıma sıçacak. Beni burada evire çevire dövecek. Ki bir an hakkıymış gibi de hissettim. Sonra bakışlarını önüne çevirdi.
"Ya öyle mi?" dedi. Sesinde bir ima bir kinaye aradım ama bulamadım. Dümdüz söylemişti. Acaba hatırlamadı mı diye düşündüm içimden. Tam bir oh çekiyordum ki devam etti: "En çok hangi şarkılarını seversin?"
Gerçeği söylesem sanki anlayacakmış gibiydi. Ne uyduracağımı da bilemedim. Ben de en bilinen şarkılarından birini söylemeye karar verdim.
"On my shoulders. Senin şu az önce mırıldandığın şarkı sizin mi?"
Konuyu değiştirmek için harcadığım çabayı anlamasın diye sanki çok merak ediyormuşum gibi sormuştum.
"Sayılır. Yani az önce aklıma geldi öyle mırıldandım. Bir şarkı değil daha."
Sesi biraz mesafeliydi ama kıvırmıştım sanki. Aptal Ayşe. Düşünmeden ağzını açarsan böyle olur işte.
Bariz tadı kaçmıştı. Yolun geri kalanını sessizce tamamladık. Evin önüne geldiğimizde durdu kapıyı açmamı bekledi. Benim arkamdan içeri girdi. Ayakkabılarını çıkardı. Şöyle bir etrafına bakındı. Gitti ellerini yıkadı. Tekrar yanıma geldi. Yüzüme şöyle bir baktı. O sırada içeri girdiğimizden beri orada öylece dikildiğimi fark ettim. Küçük bir nefesi içime çekip ben de ellerimi yıkamaya gittim. Yüzümde makyaj olmasaydı da yüzümü de şöyle bir yıkasaydım iyi olacaktı. Biraz boynumu da serinlettim. İçeri gittiğimde koltukta oturmuş olduğunu gördüm. Oldukça düşünceli görünüyordu. Tam oturacağım sırada birden "Bir arkadaşıma çok benziyorsun." deyiverdi pat diye.
Yerimde sıçrayıp koltuğa resmen düşer gibi oturdum. Derin bir nefes alıp kendimi gülümsemeye zorladım.
"Ya öyle mi?"
Benden bahsettiğine neredeyse emindim. Belki de bu fırsatı kullanmalıydım. Benim hakkımda konuşurken onu hiç duymamıştım.
"Umarım çok güzel, çok akıllı, çok iyi biridir bu arkadaşın."
Dalga geçer gibi şöyle bir güldü.
"Birazcık vefasız, unutkan ve aptal diyelim biz." dedi.
Aaaaa şuna bak. Sensin aptal.
"Niye?" diye çıkıştım elimde olmadan.
Bir süre konuşmadı. Sonra sıkıntılı bir sesle anlatmaya başladı.
"Benim için çok önemli biriydi. Çok değerliydi. Ben de onun için öyleyim sanmıştım. Zor biriydi biraz. İnsanlarla pek geçinemezdi. Ama biz hiç tartışmazdık." yüzüne bir gülümseme yayıldı. "O da çok severdi The Do. Bir gün konserine gitmeden ölmeyeceğini söylerdi." dedi.
Temkinli bir sesle "Öldü mü?" diye sordum.
Yüzüme sanki dünyanın en aptal sorusunu sormuşum gibi baktı.
"Hayır. Sadece beni bırakıp gitti. Bir anda sanki hiç varolmamış gibi oldu. Anlıyor musun? Sanki hiç arkadaşım olmamış gibi. Taşınıp yurt dışına gittiler. Ne bir adres ne bir telefon numarası. İnsan arkadaşına yapar mı bunu? Belki yaza tatile gelir de kafasını kırarım diye bekledim ilk sene. Sonra ondan da umudumu kestim. Gelmedi. Hiç gelmedi. Gitti."
Sanki söylediklerini duyuyordum ama anlamıyordum. Neler saçmalıyordu bu allah aşkına? Ne demek gitti? Ne demek kayboldu? Ne yani benim intihar ettiğimi bilmiyor muydu? Nasıl olurdu böyle bir şey? Ağzımı açıp tek kelime edemedim. En sonunda "Anladım" diyebildim. Ama bir bok anlamamıştım.
Yerimden nasıl kalktım ona misafir odasını nasıl gösterdim o çarşafları nasıl değiştirdim hiç bilmiyorum. Ama kendimi yatakta tek başıma bulduğumda gözyaşlarıma engel olamamıştım. Hem rahatlamıştım sanki hem de göğsüme bir ağırlık oturmuştu aynı zamanda. Hem rahat bir nefes almıştım hem de nefessiz kalmıştım.
Sonunda düşünmekten vazgeçip ışığı söndürdüm. Bütün planlarım alt üst olmuştu ve bir sonraki adımımın ne olacağına dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

Bölüm Sonu

Menajerimin Sorunu Ne?Where stories live. Discover now