Bölüm 19 "Özür"

383 22 0
                                    

"Of neredeyse nisan oldu hala hava buz gibi."
Kendi kendime söylenirken üstüme aldığım şala iyice sarındım ve arka bahçedeki hamağa oturdum. Sırtımı dayayıp hafifçe sallanmaya başladım. Kafamda dönen kırk tilkinin maalesef kuyrukları birbirine dolanmıştı. Hakan'a benim intihar konusunu dikkat çekmeden nasıl açacağımı bilemiyordum.

Onların menajeri olduğumdan beri neredeyse 8 ay geçmişti. Kendi kendime gülümsedim. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Esen rüzgarla beraber hafifçe ürperdim. Bir anda omzuma atılan battaniyeyle korkup yerimde sıçradım. Alican yüzünde kocaman bir sırıtışla arkamda duruyordu.

"Gelsene Lilican" deyip biraz yana kaydım. Yanıma oturunca hamakta oturduğumuz için iyice yakın oturmuştuk. Ben de başımı omzuna koydum.
"Sanki yeniden bizim evde yaşıyormuşsun gibi oldu. Keşke hep burda kalsan."
Alican'ın sözlerine gülerek karşılık verdim. Bir koluna kolumu geçirdim.
"Lilican sence ne yapmalıyım?"
Alican anlayamamış gibi yerinde hafifçe doğrulup yüzüme baktı. Kaşları çatılmıştı.
"Hangi konuda?"
"Hımm... Anlatmaya nereden başlasam acaba? Benim çok yakın bir arkadaşım vardı. Sonra ikimizin ortak bir tanıdığı benim canımı çok yaktı. Ama o benim yakın arkadaşım canımı yakan arkadaşıyla her zamankinden daha da yakın oldu. Ben de bu zamana kadar hep onu suçladım. Benim canımı yakan o arkadaşıyla yakın olup beni unuttu diye. Ama meğer o arkadaşının bana ne yaptığından haberi bile yokmuş. Daha yeni öğrendim."
Alican bir süre sessiz kaldıktan sonra biraz kıkırdadı.
"Aa ne gülüyorsun be?" deyip başımı omzundan kaldırdım.
"Ne bileyim lisedeki arkadaş kavgaları gibi geldi birden kulağıma. İşin aslını bilmiyorum tabii ama. Madem ki arkadaşının bir suçu yokmuş gidip özür dileyemez misin?"
"Bir bakıma haklısın." deyip güldüm.

Tam başımı yeniden omzuna koymuştum ki bahçenin sürgülü cam kapısı biraz gürültülü bir şekilde kapandı.
"Akşam akşam üşümüyor musunuz burda?" Hakan'ın soğuk sesiyle ikimiz birden ona döndük.
"Ben de tam gidiyordum." deyip Alican birden kalkınca ben de onun oturduğu tarafa doğru devrildim. Ben toparlanmaya çalışırken Hakan'ın sinirli ifadesinin değişip gülmemeye çalışırken zorlanan bir ifadeye döndüğünü gördüm. Bozuntuya vermeyip boğazımı temizledim.
"Oturabilir miyim?" diye sorup başıyla yanımı işaret etti. Kafamı olumlu anlamda sallayınca biraz uzağa oturdu ama yine de oturduğunda omuzlarımız birbirine değiyordu.
Sanki omzundaki sıcaklık bütün vücuduma yayılmış gibi beni mayıştırdı.
"Alican'ınki kadar rahat mıdır bilemem ama başını omzuma koyabilirsin." dedi kısık sesiyle.

Hafifçe gülümseyip başımı omzuna koydum. İlk defa bu kadar yakındık. Ne yapsam bilemiyordum. Heyecandan nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Umarım anlamıyordur diye dua ederken sol eli birden hareketlendi. Elini sağ elimin üstüne koydu. Sonra yavaşça elimi kavrayıp parmaklarımla oynamaya başladı. İyice heyecanlanmıştım ve avuç içlerim terlemeye başlamıştı. Elimi elinden çekmeye çalışınca sıkıca tuttu.
"Çekme." dedi sadece kararlılıkla.
"Ama..." diye fısıldasam da çekmedim.
Ne olurdu benim olsaydı? Çok mu kötüydü onu kendime istemem? Nice sonra bir cesaretle konuşmaya karar verdim.

"Hakan," dedim.
Sanki transtaymış gibi oynadığı elimi avcunun içine alıp "hımm" diye bir ses çıkardı devam et dercesine.
"Hani geçen gün bana bir arkadaşından bahsetmiştin hatırlıyor musun?" dedim.
"Hangi arkadaş?"
"Hani bırakmış da gitmiş ya seni."
Başımın altındaki omzundan gerildiğini hissetmiştim.
"Ee?" dedi temkinli bir sesle.
"Neden gitmişti o arkadaşın?" diye sordum.
"Bilmiyorum ki. Dedim ya hiçbir şey söylemeden gitti."
"Hiç ortak bir tanıdığınız falan yok muydu sorabileceğin ya da herhangi bir yerden bir şey duymadın mı?"
"Hayır bir tek ablasıyla görüştüm bir süre sonra. O da gitmesinin bir sebebi olmadığını, üniversiteyi yurt dışında okumak istediği için gittiğini söyledi."

Bir anda şokla başımı omzundan kaldırdım ve inanamayan gözlerle yüzüne baktım. Yalan söyler gibi bir ifadesi yoktu. Zaten bana neden yalan söylesindi ki?
"Ne oldu? Betin benzin attı birden?" Telaşla elini anlıma koyup ateşime baktı.
"Ha yok şey... Ne kadar kötü bir şey yaptığı. Çok kızmışsındır ona."

Bal rengi gözleri bulutlanmıştı. Bakışlarını uzakta bir noktaya sabitleyip bir süre sustu.
"Kızgınlık mıydı kırgınlık mıydı bilmiyorum ama artık bir şey hissetmiyorum. O beni arkadaşı olarak görmemiş demek ki." Buz gibi sesiyle söylediği sözler kalbime saplandı sanki.
"Peki gelse şimdi? Çıksa karşına? Ne yaparsın?"
Yüzüne yalandan bir gülümseme kondurdu.
"Hiçbir şey yapmam.  Neden soruyorsun ki bunları?"
Tabii ya. Hiçbir şey yapmazdı. Neden yapsındı ki?

"Benim de bu sıralar bir arkadaşımla ilgili bir sorunum var da. Ondan sormuştum. Belki bana bir fikir verir diye." dedim bakışlarımı yere indirip.
"Ya öyle mi? Nasıl bir sorun?"
Derin bir nefes verip gözlerine baktım.
"Çok sevdiğim bir arkadaşımı uzun zamandır yok yere suçladığımı öğrendim. Ama ben bunu öğrenene kadar onun kalbini o kadar kırdım ki şimdi yüzüne bakacak yüzüm yok."
Bana üzülmüş gibi bakıp bir süre düşündü.
"Eğer dediğin kadar sevdiğin bir arkadaşınsa tepkisinden korkmadan ona kendini affettirmeye çalışmalısın bence." dedi omzunu silkip.
"O da seni arkadaşı olarak görüyorsa affedecektir nasılsa." diye devam ettiğinde acı acı gülümsedim.
"İşte bundan hiç emin olamıyorum. Sanırım beni tamamen sildi."

Elini yanağıma getirip gözümden akan bir damla yaşı silene kadar ağladığımı fark etmemiştim. Sıcacık eli akşam ayazından üşümüş yanaklarıma değince bir an ürperdim. O da fark etmiş olacak ki eli bir an yanağımda duraladı.
Bakışlarımı gözlerine çevirdim. Bal rengi gözlerinde sanki bir ateş yanıyordu ve aramızdaki çekim elle tutulur bir boyuta ulaşmıştı.
Şimdi uzansam dudaklarına. Hani o yumuşacıkmış gibi görünen dudaklarına. Defalarca öpmeyi hayal ettiğim, rüyalarımda öptüğümü gördüğüm dudaklarına. İter miydi beni? Sanmam. Belki karşılık bile verirdi. Ama kimi öptüğünü bilmeden. Belki bilse o bir zamanlar arkadaşım dediği kişinin şimdi burda karşısında oturduğunu, emek emek kurduğu işini bozmak için aylarca uğraştığını, başka bir kimlikle hayatlarına sızdığını, bir de utanmadan ona aşık olduğunu. İçim öyle acıdı ki gözümü kapatmamla iki damla yaş daha yanaklarıma süzüldü. Gözlerimi açmaya cesaretim yoktu. Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Ben ki korkusuz olmayı, tek başıma ayakta durmayı öğrenmiştim ya. Şimdi karşısında tir tir titriyordum korkumdan. Ya beni sevmezse? Tabii ki sevmeyecek. Kim olduğumu bilse beni asla sevmeyecek.
Ellerini yanaklarıma koyduğunu hissettim. Baş parmaklarıyla okşadı hafifçe. Uzatsam yüzümü, öpsem olmaz mıydı? Öyle çok isterdim beni öpsün, sarsın, sarmalasın. Meğer ne çok yorulmuşum tek başıma olmaktan, bir omuz arıyormuşum bunca zamandır. Yaslanacak bir omuz. Ama işte, benim yumuşak karnımdı Hakan. Yapamazdım. Bunu ona yapamazdım.
Bir kere arkadaşını kaybetmişti benim yüzünden yakmıştım canını. Bir de beni sevmesini sağlayıp öyle mi yakacaktım canını? Ne hakkım vardı onu kandırmaya?

Tutamadım kendimi gözyaşlarım hızlandı. Hala gözlerimi açamamıştım.
Yüzünün yüzüme yaklaştığını hissetmemle bir korku sardı içimi. Öpme beni ne olursun demek istedim. Öpme. Ben bunu haketmiyorum.
Yaklaşıp beni gözyaşlarımdan öptü. Öyle ağır geldi ki sanki kalbime bir bıçak saplanmış gibi nefessiz kaldım.

Aceleyle ayaklanıp gözyaşlarımı sertçe sildim.
Hakan şaşırmış ne yaptığını bilemez bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.
Neler söylemek isterdim şimdi. Keşke bilseydim canını nasıl yakmayabileceğimi ama bilmiyordum işte. Kahretsin ki bilmiyordum. Ona ne kim olduğumu söyleyebilirdim ne de söylemeden beni sevmesine izin verebilirdim.
İçime titrekçe bir nefes çekip koşar adım içeri kaçtım. Arkamdan sessizce mırıldandığını duydum ama duymamazlığa verdim.
"Özür dilerim."
Asıl ben, ben özür dilerim. Ama onu bile yapamam.

Bölüm Sonu

Menajerimin Sorunu Ne?Where stories live. Discover now