20 | Ağlayan çocuğun rüyası ve bu rüyanın sahipleri.

647 77 333
                                    

Bir yanıp bir sönen ışıklar anlam itibariyle insana hoş gelse de, hastane kenarında kaldırıma oturan Yibo bu yanıp sönen ışıklara hiç de iyimser gözlerle bakamıyordu. Daha yeni gelen ambulansın içinden çıkarılan hastanın yakınları feryatlar içinde ağlarken kitaplarda tasviri yapılan gecenin sessizliğine dair zihninde hiçbir ifade kalmamıştı. Hava mevsim normallerinde olsa da derisi soyulan parmak eklemlerine bakıyor ve her şey olduğu halinden daha sıcak hissettiriyordu.

Ve bir de, düşünüyordu.

Yanıp sönen ışıklar güzel değil, geceler de en az gündüzler kadar gürültülü ve hava termometreleri yalancı düşürecek kadar sıcaktı. Evet hava sıcaktı ve böylelikle Yibo terle kaplanan bedenine anlamlı bir sebep sunabiliyordu. Yoksa, terlemesinin neden hastanede oluşuyla ilgili bir bağlantısı yoktu, buna inanmak istiyordu.

Kendisine bir hiçlik yaratarak onun içine hapsolmak istemesine rağmen o an bir sürü şeyin, kocaman ve kaynayan bir kazanın içindeymiş gibi hissetmişti. Kavga ettikleri sırada bayılan Zanjin'in uyanmasını beklediği yerde, haddinden fazla var olmanın ne demek olduğunu öğrendiği sırada, içinde kopan fırtınadan sağ kurtulamıyordu. Umudu kalmamıştı ve şimdi kendisine karşı yok ettiği bu umudu, sızlayan dizlerindeki yırtıkların iplerini çekiştirdiği gibi yüreğinden çekiştirerek bir nevi sökmeye çalışıyordu.

Bakmakta olduğu yolun dalgalanan görüntüsü tıpkı keyifsiz bir hayal gibi görünmeye başladığında sıkıntılı bir nefes eşliğinde gözlerini kapadı ve elini başının arkasına götürdü. Eliyle hissedebildiği ve dokunduğunda ona acı veren ufak şişkinlikten elini çektiğinde başının döndüğünü anlayabilmişti.

Tabi bu yine de içeriye geçerek yaralarını göstermesi için yeterli bir sebep olamazdı. Onu içeriye götüren asıl şey canını yakan merakıydı. Zanjin'in uyanıp uyanmadığına bakmak için gittiği yerde, iki uzun boylu adam ve bir kadın gördüğünde adımları bir engele takılmış gibi tökezlemişti. Bakmakta olduğu insanların hangi ara hastaneye geldiğini görememişti ama asıl önemli olan bu değildi. 

Kendisinin fark edilmemesi gerekiyordu ve bu yüzden daha fazla ileriye gitmeden giriş kısımda duvarın ardına saklanmıştı. Durduğu uzak köşede nihayet Zanjin'in kafasındaki sargıyla uyanık olduğu görebildiğinde ise elini göğsüne götürerek derince soluklandı.

Esasında bu manzarayla defalarca kez karşı karşıya durmuş olsa da hiçbir seferinde böyle çok pişman olduğunu hatırlamıyordu. Çoğu zaman Zanjin'in abilerinden kaçınmamıştı bile. Ama her şey gibi bunlarda değişiyordu ve değişim, insanın kendisine ayak uydurmasını beklemeden hareket etmeyi severdi.

Gözleri sıralı yatakların sonunda bekleyen insanlar üzerinde teker teker gidip geldiğinde ellerini yumruk haline getirip yutkundu.  Kendisine epey tanıdık gelen yüzlerden ilki Zanjin'in öz abisi diğer ise çetelerinde yer alan büyüklerden birisiydi. Yatağın kenarında oturan kadının ise çok geçmeden Zanjin'in annesi olduğunu anlamasıyla bedenine bir yerlerden esen bir rüzgarın çarptığını, yahut kuvvetli bir nefesin girdiğini ve her hücresinin bu esintiyle üşüdüğünü hissetmişti. Başının daha şiddetli dönmeye başlamasını önemsemezken ilk birkaç saniye aldığı nefesi geri verememişti

"Ana kuzusu işte ne olacak." Diye mırıldandığında sesindeki kıskançlığa kendisi bile şaşırsa da umursamadı ve oğlunun elinden tutarak konuşan kadına bakarken burun kıvırdı. Gözlerini kırpmadan seyrettiği manzara onun rüzgarlarını şiddetlendirse bile bir süre daha olduğu yerden ayrılamamıştı. Sürekli olarak kısık sesiyle konuşuyordu, çünkü bunu yapmasa o anne oğula ait olan görüntüler tarafından yutulacak gibi hissediyordu.

Ama belki de çoktan yutulmuş, duvarın dibinde bedeni küçücük kalana dek sindirilmişti, emin değildi. Kendisini ezen kocaman dişler hayal etmesinin de sırada değildi, ancak bir şeyleri- ki bu şeyler gerçeklerdi- hayale bağlamanın onu delirmekten koruyan yegane şey olduğunun farkındaydı.

küçük işlerin adamı ve ebruli~yizhan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin