33💛

2.5K 197 201
                                    

Selamlar

1614 kelime

Keyifli okumalar

💛💛💛

Sabaha karşı beşte hastane odasının tavanına daha fazla bakamayacağımı anlayıp ağrıyan tüm kaslarıma inat ayaklandım. Feza Kandemir güvenlik taramasından geçememiş olacak ki odama hiç uğramamıştı. Uçaktan indiğinde açmayı unutmuş olacak zira Özlem'in telefonundan onunkine ulaşma çabalarım da nafileydi. Korumalardan birini bile tanısam durdurup soracaktım. Buna neyin neden olduğunu sorgulamayı bırakamıyordum, Mustafa'nın bile tatlısını alıp girebildiği bu odaya Feza ne gerekçeyle alınmazdı ki. Babası İran asıllı falan diyeyse Savaş amcayla oturup konuşmalıydım. Adam esnaf lokantası işletiyor yahu.

Odadan çıktığımda nöbetçi hemşirenin deskin ardında bitap düşmüş bir şekilde uyuduğunu gördüm. Haline üzülmeden edemedim. Masanın yanında duvara asılı göstergelerden kafe yazan oku takip ederek asansöre bindim. Odama girişinin engellendiği savını eleyip olumlu düşünmeye çalıştım. Dört saate yakın uçak yolculuğu ve buradaki saçma bekleyişi onu yormuş olmalı ki büyük ihtimal evine gitmişti, ortalıklarda görünmüyordu. Korumalar da nöbet değişiminde olmalılardı, koridor boyunca kimseler yoktu.

Duvara tutunarak olabildiğince yavaş bir şekilde asansöre ulaştım, kapı açılır açılmaz otomatik boydan boya cam girişi olan kafeterya ile karşılaştım. İri genç bir adam, kapının kenarında sandalyeye oturmuş tirajı düşük bir gazete okuyor gibi görünse de Özlemlere gide gele göz aşinalığı edindiğim ten rengi kulaklıklardan birini takıyordu. Büyük ihtimal kolundaki saatin klips tarafında da mikro mikrofonlardan biri mevcuttu, konuşmaları gerektiğinde boyunlarını kaşıyor gibi görünüp sorulana bileklerindeki aygıt aracılığıyla cevap veriyorlardı. Aslında artık herkesin kulağında ipad kulaklık vardı. Bir gün Savaş amcaya böyle daha az dikkat çekeceklerini söylediğimde 'en çok sen biliyorsun aynşayn' diyerek kocaman avucuyla zaten dağınık olan saçlarımı daha da dağıtmıştı.

Tam elimi duvardan çekip otomatik açılan kapıya yönelmiştim ki adamın kalın sesi koridoru doldurdu. "Bir şey mi lazım oldu?"

"Kahve alacaktım." Demekle yetinip bir adım daha atmıştım ki genç adam oturduğu sandalyeden kalkıp önümde dikildi. Bir an için ardıma göz atıp bana geri döndü. "Ben getireyim. Nasıl olsun?"

Kaşlarım çatıldı. "Ben niye alamıyorum?"

"Komutanımın ufak bir görüşme yapması gerekti. Şu an içeriye kimseyi alamıyorum."

Savaş amcanın bu saatte, burada, kiminle görüşme yapması gerekirdi ki? Karargâhı bekleyemeyecek, güvenlik önlemlerinin ihlalinin çok umursanmadığı sadece yalnız kalınmak istenilen bir görüşme olmalıydı. Devlet işine akıl sır ermez.

Teşekkür edip tam arkamı dönecekken otomatik kapının açılma sesi duyuldu. Biraz önce önüme set çeken korumanın kenara çekilip en muntazam şekilde selam durduğunu gördüm. Savaş amca askeri formasından sıyrılmış gündelik kıyafetleriyle tam karşımda duruyordu.

"Piraye? Kızım iyi misin?"

"İyiyim Savaş amca, hoş geldin."

Başımdaki şişliğe odaklanarak iyice yaklaştı. Parıl parıl parlayan masmavi gözleri alnımı arşınladı ve zonklayan şişliğime hitaben "İki güne iner merak etme." diyerek korumaya döndü. Diğerlerinin yanına dönmesini emretti. Genç adam istifini bozmadan emredersiniz demekle yetinip asansöre bindi ve gözden kayboldu.

"Lider'i aramadım ama daha kötü hissedersen doktorunla konuştum, annenlere rızan dışı da olsa haber vereceğim." Fingirdek Lider Saygıner ve fingirdek karısı şu halimi bir görse, haberleri olmadığı için beni bir güzel döverler bir de üzerine dayağın cennetten çıkma olduğuna beni ikna ederlerdi.

BU SAATTEWhere stories live. Discover now