Bölüm 22

1.6K 186 106
                                    

Ömer Sancaktar

Hazal'ın ıslanmış bakışlarını, ona döndüğümde umutla tekleyen soluklarını arkamda bırakıp arabayı çalıştırmak hiç kolay olmuyor ama mecburum. Gitmezsem kavga ederiz, gitmezsem bu kez ben onu bir şeylere mecbur ederim. Öyle olsun istemiyorum. Bir kere kalbini kırdım, bunu bir kere daha yapmak hiçbir vadede planlarım arasında yer almıyor.

Bana mı kendine mi güvenmiyor? İki olasılıkta da bu güvensizliğin sebebi ne? Güveniyorsa bu kadar temkinli davranmasının altında ne yatıyor olabilir? Bütün bunları neden benimle hiç paylaşmadı? Milyonlarca kök neden adayı dönüyor gece boyu zihnimde, bir tanesine bile ikna edemiyorum kendimi. Hiçbiri benim tanıdığım Hazal Aymaz'ın kalemi değil.

Yine az uyku içeren bir gece sonrası varıyorum şirkete. Hazal'ın bugün erken geleceğinden adım kadar emin olduğum için odamın kapısını açık bırakıyorum. Mesai sonrası birikmiş mailleri temizlerken duyuyorum kısık günaydınını.

"Günaydın Alp."

"Oo erkenciyiz. Beni özledin değil mi?"

Hafif bir hapşırma sesi geliyor önce sonra burnunu çeke çeke konuşuyor Hazal.
"Ya sorma öldüm hasretinden."

Hasta mı?

"Ölünmemiş ama bir yataklara düşülmüş sanki. Salyangoza dönmüşsün."

Bu kez ufak bir öksürük sonrası çatallı bir sesle yanıtlıyor Hazal, "Dün üşüttüm sanırım, ilaç alacağım şimdi. Bir saate toparlarım ama çok heveslenme."

"Aşk olsun sümüklü, ben öyle bir insan mıyım?" Öyle bir insansın.

"Evet." Güzelim benim.

"Hastasın diye bu kırıcı onayını görmezden geliyorum, git Ö vitaminini al da toparlan hadi. Odasında."

Alp'in kısık sesine daha da kısık sesli bir yanıt veriyor Hazal, "Şakamatik seni. Önce kahvaltı yapıp ilaç alayım."

Sonra Alp bir şeyler diyorsa bile duymuyorum. Bir şeyler yediğinden, doğru bir ilaç aldığından emin olmak isteyen yanımı zor bastırıyorum. Herhangi bir küslük sürdürme niyetinde değilim ama en azından o gelsin istiyorum. Diğeri kadar güçlü ama onun aksine epey yabancı bu dürtüye de karşı koyamadığım için efendi efendi bekliyorum. En nihayetinde her bir saniyesini hissederek yaşadığım otuz yedi dakikanın sonunda kapımı tıklatıyor Hazal. Zaten açık olan kapıdan başını uzatıyor. Burnu muhtemelen silinmekten tahriş olmuş, dudakları bembeyaz. Düşündüğümden daha hasta gözüküyor.

"Gelebilir miyim?"

En azından sesi ilk halinden güçlü çıkıyor. Şartlar ne olursa olsun değişmeyecek yanıtımı verirken duraksamıyorum, "Her zaman."

Bunu duyunca yukarı kıvrılmak isteyen dudaklarını bastırıp ciddi bir giriş yapmaya çalışıyor Aymaz. Kapıyı kapatıp içeriye doğru birkaç tedirgin adım atıyor, tam karşımdaki sandalyelerden birine oturup ağzını açacağı sırada bir öksürük krizine giriyor. Çatılan kaşlarımla ayağa fırlayıp odadaki su şişelerinden birini alıyorum. Kapağını açıp uzattığım sudan birkaç küçük yudum aldıktan sonra gözlerindeki yaşlarla gülümsüyor.

"Teşekkür ederim."

Kafamı iki yana sallayıp bu gereksiz teşekkürü geçiştiriyorum, doktora gitmeliyiz. "Kötü öksürüyorsun Hazal, doktora gidelim."

Hemen itiraz ediyor, "Yok, yani gerek yok. İlaç aldım az önce hem, geçer birazdan."

Normalde olsa kolundan tutup götüreceğim ama dün elimi kolumu bağladığı için hiç istemesem de onaylayıp masanın diğer tarafına geçiyorum. Benim oturmamla bakışlarını üzerimden çekip ellerine çeviriyor, konuşmaya öyle başlıyor.

Kuzeninizi Evlendirme Sanatı (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin