0.8

3.3K 361 291
                                    

Baji

Chifuyu, gideli birkaç dakika geçmişti ve neden bu tarz bir tepki verdiğini anlayamıyordum. Sikik sikik triplere girmişti resmen. Temas sevmediğimi bildiği hâlde, beni fazlasıyla zorluyor ve sinirlerimi bozuyordu. Suratının ortasına yumruğu geçirmememek, çok zordu.

Siktiğimin sapık prensi...

Dakikalar uzayınca verandaya geçip kumların üstünde oturan beyinsizi süzdüm. Şemsiyenin altındaydı ve sırtı bana dönüktü. Tişörtü, aşırı boldu ve omuzlarından biri açıkta kalmıştı. Dizlerine sarılmış, belli ki denizi izliyordu.

Onu kendi haline bırakıp salona geri döndüm ve anime izlemeye devam ettim. Chifuyu, muhtemelen hâlâ kumsalda takılıyordu.

Yemek servisi için birkaç görevli gelince birkaç küfür mırıldanıp Chifuyu'ya yanaşsam da kulaklık yüzünden beni duyamamıştı. İki büklüm oturuyor, yüksek sesle müzik dinliyordu.

Omzuna dokunmamla irkilmiş, başını yana çevirerek kulaklığı çıkarmıştı. "Bir sorun mu var?"

Yanına oturdum. "Yemek getirdiler."

Avuçlarını yanağına bastırıp kafasını hafifçe salladı. "Aç değilim. Sana afiyet olsun."

Sesindeki bariz soğukluk ve benden tarafa bakmaması, tuhaftı. Bir saat önce bana sarılıp yanaklarımı ellemeye çalışan çocuk, kayıplara karışmış gibiydi. Suratını saklaması da ayrı bir saçmalıktı.

Yeniden omzuna dokunacakken asil sayılır bir kurnazlıkla birkaç santim uzaklaştı benden ve telefonunu havaya kaldırdı. "Yapmam gereken bazı görüşmeler var, izninle."

Sahiden de birini arayınca birkaç küfür daha sıralayıp sinirli adımlarla ilerledim. İşte şimdi, gerçek bir prens gibi davranıyordu. Kibirli, soğuk ve de ukalaydı.

Masaya son eklemeleri yapan, yaşlıca bir kadın kocaman gülümsedi beni görünce. "Prensi gelmeye ikna edemedin sanırım?"

Kadın öylesine samimi bir aura yayıyordu ki kendimi belli belirsiz gülümserken buldum. "Denizden uzak kalamıyor gibi."

Kıkırdadı. "Denizi çok seviyor. Nadiren kavuşabildiği için de bir saniye ayrılmaya bile tahammülü yok.'

Siktir, işte bunu beklemiyordum. Delilik sandığın tavırları, aşırı mutluluktan kaynaklanmıştı belki de.

Tepsiyi uzattı. "Piknik gibi yapabilirsiniz. Prensin hoşuna gidecektir."

Tepsiyi alırken utanç basmıştı. "Teşekkürler. Çok iyisiniz."

Birkaç adımla dibimde bitti ve bir sır verircesine kulağıma eğildi. "Prensi bebekliğinden beri tanırım. Melek gibidir. Ülkedeki en şanslı çocuksun, bunu sakın unutma."

Şaşkınlığıma aldırmadan diğer görevlileri toplayıp gitmişti bile.

Tanrım, şanslı falan değildim. On yedi yaşındaki sıradan bir gençken, bir erkekle evlenmeye zorlanırken bulmuştum kendimi. Her şey çok hızlı gelişiyor, kafam sikiyordu.

Ama... onun da seçme şansı yoktu aslında. Arabadayken böyle söylemişti. Ona da fikri sorulmamıştı.

Tepsiyi doldurup içimi çektim. Sinirimi ona yöneltmem, anlamsızdı. Şansımı zorlarsam beni öldürtebilir ya da linçlenmem için hayranlarını üstüme salabilirdi.

"Bilmiyorum," diyordu telefondaki kişiye. "Cidden bilmiyorum, Takemichi... Pati yediğin için çok üzüldüm... Tişört ve ayakkabılarımı vermeyi denesene... Sorgulama beni, amcık... Tamam..."

Amcık mı demişti o?

Boğazımı temizleyip tepsiyi kumların üstüne bırakmamla irkilmiş, telefonu Takemichi'nin yüzüne kapatmıştı. İrice açılmış mavi gözleri kanlanmıştı ve yanaklarında belli belirsiz bir ıslaklık vardı.

Prensin küfür etmesine, hele de amcık gibi bir kelimeyi kullanmasına inanamıyordum. Üstelik, sağ kolu Takemichi'ye sövmesi daha da ilginçti ama gözlerinin hâli en fecisiydi.

"Ağladın mı sen?" diye sordum şaşkınlığımdan sıyrılınca. "Gözlerin kanlanmış."

Gözlerini kırpıştırıp bakışlarını kaçırdı. "Hayır tabii ki. Güneşe bakmaktan olmuştur. Göz damlasıyla hallederim."

Kumların üstüne çöküp tepsiyi ortamıza çekiştirdim. "Soğutmadan yiyelim."

Telefonu yeniden çalınca içini çekti. "Bu defa ne var, Takemichi?.. Noodle tişörtümü mü parçaladı?.. Tamam, sorun değil... Birkaç tişört daha ver... Wakasa'yla konuşurum... Tamam... Görüşürüz."

Noodle mı?

Soğuk bir samimiyetle sarmalanmış bir teşekkür mırıldandı ve sessizce tıkınmaya başladık. Sahte gülüşünün ardında sığınıyor, hiçbir şekilde gözlerimin içine bakmıyordu.

Belki de... biraz fazla bağırmıştım.

"Şey," dedim çubukları tepsiye bırakırken. "Noodle dediğin kim?"

Ağzını sildi. "Kedilerimden biri."

Annem yüzünden evde kedi beslemem yasaktı. Bu yüzden de sokaktaki kedilerle ilgilenir, günümün büyük bir kısmını onları severek geçirirdim.

İstemsizce gülümsedim. "Kedileri çok seviyorum."

Yeniden denize çevirdi başını. "Ben de öyle."

Kibirli piç...

Onunla konuşmaya çalışmak, gerçek bir zaman kaybıydı anlaşılan.

Kaşlarımı çattım. "Hemen de götün kalkıyor. Soğuk tavırlar falan da neyin nesi?"

İçini çekti. "Gereksiz samimiyetlerden tiksindiğini yeterince söyledin. Sinirlerini bozmamaya çalışıyorum sadece." Tepsiyi alıp ayaklandı. "Bana katlanmakta zorlandığını biliyorum ve işleri senin için daha da kötüleştirmek istemem."

Arkasından bakakalmıştım. Ciddi miydi yoksa sadece laf mı sokmuştu?























kıçımın prensi || tokyo revengers  Where stories live. Discover now