chapter 27: cold distance

183 34 13
                                    



Soğuk ve puslu havaları her zaman sevmişimdir. Gri bulutlardan saklanan yıldızları, o bulutlar her ne kadar gizlese de az bir ışık saçmaya devam Ay'ı. Keskin soğuğun içimdeki fırtınayı dindirdiğine birçok kez şahit olmuştum.

Bu gece ise fırtınayı dindirmek için başka bir şey bulmuştum. Her ne kadar, artık Merkez ile bir bağlantım kalmamış olsa da özgür hissetmiyordum. Üzerimde takip cihazı, ya da beni takip eden fazladan adamlar yoktu ama boynuma sarılı olan eli hissedebiliyordum hâlâ. O kadar sıkıydı ki, nefes almaya çalıştığımda soluğum kesiliyordu. Sanki hâlâ onun bir piyonuymuşum gibi hissettiriyordu.

"Peki, diyelim ki doğru yere gittik; sonra ne olacak?"

Sade sodamdan bir yudum aldım ve asitli içecek boğazımı yakıp geçerken cam şişeyi bar tezgahına geri bıraktım.

"Önce gidip kontrol etmeliyiz aslında orayı. Orası korunuyor mu yoksa fazla dikkat çekmemek için tek tük adam var mı yok mu görmeliyiz. Ancak bu da bize vakit kaybettirir."

Mark ile aynı anda derin bir iç çektik. Planımı oturtmak için dünkü ara sokakta buluştuktan sonra kalabalık bir bara gelmiştik.

"Sokuk bir labirentin içindeyiz resmen."

Mark'ın dediğini başımı sallayarak onaylamış ve sodamdan bir yudum daha alarak bitirmiştim. Mark ise uzun cam bir bardakta kola içiyordu. Alkol almak, böyle önemli bir anda pek mantıklı olmayacağı için kullanmamayı seçmiştik.

"Bir şekilde halletmemiz lazım. Baskın yapsak avantajlı çıkabiliriz ama teçhizat sıkıntı." dedim elimle alnımı ovalarken. Artık düşünmekten başıma ağrılar giriyordu.

Huzur istiyordum artık. Özgür olmak, birilerinin emri altında hayatımı riske atmamak istiyordum.

Barmene el işaretiyle bana bir soda daha vermesini söyledim. Mark, kolasını yudumlarken bir süre sessiz kaldık.

"Diğer ekiplere nasıl ulaşacağız?" demiştim başımı ondan tarafa çevirerek.

Derin bir nefes alıp vermiş ve kaşlarını çatmıştı. Siyah saçları alnına dökülüyor, kaşlarının ufak bir kısmını kapatıyordu. Loş ışıkta görebildiğim kadarıyla da saldırıya uğradıkları zamandan kalan birkaç kızarıklığı vardı, elmacık kemiğinde, burun kemerinde ve çene hattında.

"Kim Doyoung?" demişti başını bana çevirip tek kaşını kaldırarak.

Emin olamayarak yüzümü buruşturdum. "Fazla tehlikeli olmaz mı? Ya fark edilirsek?"

Elleriyle yüzünü ovuşturarak sıkıntılı bir soluk verdi.

Aslında, Doyoung'u kullanarak bir şeyler yapabilirdik. Mark'ın kolunu dürtükleyerek ona biraz daha yaklaştım.

"Doyoung, o adamın sağ kolu değil mi? Onu korkutarak o şerefsizi yanlış yere yönlendirebiliriz. Bizi bulmak için uğraşırlarken de diğer ekiplere haber verebiliriz."

Söylediklerim biraz mantıklı gelmiş gibi başını onaylarcasına sallamıştı. "Bu işe yarayabilir. Nasıl Doyoung'a ulaşacağız peki? İzimizin sürülmemesi için dikkatli olmalıyız."

Gururlu bir şekilde gülümsedim aklıma gelen şey ile. "Shiah halleder onu."

Bir süre daha orada oturup lafladıktan sonra ayrılmıştık. Ekiplerimizin bir arada olmasının daha iyi olacağına karar vermiştik. Bu yüzden de Mark'ın ekibi, bu gece bizim kaldığımız yere gelecekti eşyalarını toparladıktan sonra.

Diğerlerine haber vermek için hızlıca eve yürümüştüm. Hava soğuk olduğu için aldığım hızlı soluklar boğazımı ve ciğerlerimi biraz sikip atmıştı. Eve girdiğimde ise bir sıcaklık karşılamıştı beni. Üstümdeki montu çıkarırken yukarı çıkmış ve Jeno ile kaldığımız odaya girmiştim.

peiskos • lee jenoWhere stories live. Discover now