chapter 8: nostalgia train

616 78 21
                                    





Yatak başlığına yasladığım ağrıyan sırtım ile ellerim iki yanımda yatağımda öylece uzanırken, Jeno'nun kucağıma fırlattığı patlamış mısır paketi ile gözlerimi kırpıştırarak son yarım saattir düşündüğüm şeyi, Mark'ı bırakıp ona döndüm. Ağzındaki baharatlı cipsi çiğnerken, elinde tuttuğu paketi ve iki yanında duran onlarca abur cubur paketleriyle, o da benim gibi uzanıyordu. Benim aksime düşünceli değildi, açtı.

Kucağımdaki patlamış mısır paketini alıp açtım ve içinden birkaç tane alıp ağzıma attım. Uyuşuk bir şekilde çiğnerken gözlerim, perdesini açtığımız camdan tamamen aydınlanmış olan gökyüzüne takıldı. Jeno oflayarak elindeki bitmiş olan cips paketini buruşturarak yere attı. Dönüp öylesine baktığımda dudaklarının kenarlarında kalan cips kırıntılarını gördüm. İştahım anında kesilirken mısır paketini komodinin üstüne koydum.

"Ağzını sil."

Umursamadan uzun kollu tişörtünün koluna sildi ve 'memnun oldun mu?' dercesine tek kaşını kaldırıp bilmiş bir ifadeyle yüzüme baktı. Gözlerimi devirerek önüme döndüğümde, bir paket daha açtı.

"Biraz nostalji treninde gezintiye çıksak mı?"

Sorusunu görmezden gelip gözlerimi kapattım yavaşça. Diğerlerini bir şey bulana kadar birazcık dinlenmek istiyordum. Nostalji trenine binmek değil.

"Çıkalım o zaman!"

Ağzı doluyken sahte bir heyecanla konuşmasına aldırmadan gözlerim kapalı bir şekilde durmaya devam ettim. İlgim olmadığını görürse susabilir diye düşünüyordum.

Nostalji treni, eski anılarımız anmak için küçükken uydurduğumuz bir şeydi. O zamanlar hepimiz beraberdik, beraber eğitim görüyorduk o yüzden sürekli dip dibeydik. Bunun sonucunda da bir sürü anı biriktirmiştik. Arada bir 'Nostalji Treni'ne binelim!' dendiğinde herkes o an ne yapıyorsa bırakırdı ve kim ne istiyorsa onu anlatırdı. Modumuz düşmesin diye hep komik anılarımızı anlatırdık. Bunu yapmayalı çok uzun zaman olmuştu. Eskiden gülmekten karnıma ağrılar girerdi. Şimdi ise, adını duyunca geriliyordum. Son yıllarda hiç komik olan ya da beni aşırı mutlu eden şeyler yaşamamıştım açıkçası.

"Bir keresinde antrenmandayken- yaşımız kaçtı? Uhmm...9 ya da 10'du sanırım. Mark sopayla çalışıyordu ve çevirirken kafasına vurmuştu."

Kendi kendine kıkırdayıp benim komodinin üstüne bıraktığım mısır paketini alıp bir avuç ağzına attı. O konuşmaya başlayınca ister istemez ona dönmüştüm.

"Peki şeyi hatırlıyor musun? Saklambaç oynuyorduk merkezde, Başkan'a yakalanmıştık tam sobelemeye giderken. Yüzündeki ifade aşırı komikti. Bizimle baş edemiyordu, çok yaramazdık."

Gözümde o anlar canlanırken yerimde doğrulup dağınık saçlarımı topladım.

"Johnny hyung'un anlattığı kahve hikayesini hatırlıyor musun?" koca bir kahkaha atıp bir avuç daha mısır attı ağzına. Ben ise ellerim saçlarımda öylece kalakalmıştım. Zar zor yutkunurken, gözümde sadece dizlerinin üzerinde düşerkenki çaresizliği, gözlerindeki acı dolu yaşları canlanıyor, kulaklarımda ise Mark'ın, Taeyong'un, benim çığlıklarım ve etraftan gelen silah sesleri çınlıyordu.

Boğazımı temizleyip at kuyruğu saçımı sıktım ve biraz hava alıp üstümdeki ağırlıktan kurtulmak için odadan çıktım. Benim hemen arkamdan da Jeno çıkmıştı. Sırtımı odanın boyaları dökülmüş, rutubet kokan dış duvarına yasladım ve kollarımı etrafıma sardım, güneşli havaya karşı gözlerimi kapattım. Jeno ağır bir nefes verip boğazını temizledi.

peiskos • lee jenoDove le storie prendono vita. Scoprilo ora