chapter 30: i was feeling epic

188 35 42
                                    



Yorumlarınızı bekliyorum aşklar!

Mutlu olmam gerekiyordu. İyi hissetmem gerekiyordu. Birazcık da olsa içimin rahatlamış olması gerekiyordu, değil mi? Sonuçta, dünya popülasyonunu tehlikeye sokacak virüsü bulmuş, ondan kurtulmak için bir yol aramaya başlamıştık.

Ama ellerimde Mark'ın kanı varken kendimi iyi hissetmem imkansızdı. Önümüzdeki arabada, Jeno'nun kelepçeli bir şekilde olduğunu bilmek de hiç yardımcı olmuyordu.

Yapılan ihanetin verdiği his o kadar acıydı ki... Jeno'nun neden bu kadar iğrenç bir fikre sıcak yaklaştığını anlayamıyor, mantıklı bir açıklama oturtamıyordum kafamda. Kendimi dış dünyadan o kadar soyutlamıştım ki, şu an nereye gittiğimizi bile bilmiyordum.

"Baksana," Uzun süredir konuşmadığım için sesim çatallaşmıştı. Ayrıca, Jeno'nun vurulduğunu gördükten sonra attığım çığlıklar da boğazıma zarar vermişti. Sesimin biraz daha yerine gelmesi için boğazımı temizleyip tekrar konuştum. "Nereye gidiyoruz şu an? Kafam hiç yerinde değil."

Yanımda oturan Donghyuck, başını bana çevirip bir süre yüzümü inceledi. "Merkez'e gidiyoruz."

Kafam karışmış bir şekilde başımı cama doğru çevirdim. Kaşlarımı çatarak tekrar Donghyuck'a döndüm. "Havaalanına gitmemiz gerekmiyor mu? Kore'ye dönmek için?"

Derin bir iç çekti. "Merkez, Kore'de değilmiş. Burada, burnumuzun dibindeymiş."

Duyduğum şeyin şokuyla dudaklarım aralandı. Hayatım boyunca bir yalanı yaşamış olmanın verdiği his, göğsümü feci şekilde sıkıştırmıştı.

"Texas'a gidiyoruz şu an, az bir yol kaldı."

Elimi alnıma yaslayıp öğrendiğim şeyleri sindirmeye çalıştım. Tepki veremeyecek kadar hazırlıksız yakalanmış ve kandırılmış hissediyordum.

Kendimi toparlayana kadar araba otluk bir arazide durmuştu. Arabadan indiğimizde ise alışık olduğum bir yanık kokusu karşılamıştı beni. Botlarım, ayağımın altındaki kuru otları çiğnerken klasik kasaba evine doğru yürümüştüm.

Aklıma gelen şey ile Taeyong'u bulmak için deli gibi etrafa bakınmaya başlamıştım. Onu, diğerleriyle beraber arabalardan birinden inerken gördüğümde bacağımdaki kurşunun acısını önemseden ona doğru koşmuştum.

"Mark? Mark nerede?"

Kollarımdan tutup beni sakinleştirmeye çalışmıştı. Nefeslerim düzensiz, vücudumdaki acı ise tarif edilemezdi.

"Mingyu onu Doktor'a götürdü, merak etme."

Başımı sallayıp tökezleyerek birkaç adım geriledim. Doktor'a götürüldüyse iyi olacak demektir, umarım.

"İçeri girmeliyiz. Çoktan geldiğimizi görmüşlerdir."

Bir el hareketiyle diğerlerini yanımıza çağırdıktan sonra silahlarımızı kuşanmıştık her ihtimale karşı. Elim titreyerek bana verilen dolu tabancayı belime yerleştirdim. Diğerleriyle beraber eve yaklaşırken kalbim ağzımdan fırlayıp yere düşecekmiş gibi çarpıyordu.

Moonbin, ayağıyla kapıyı kırıp içeri girdiğinde, Donghyuck, Heejun ve Jisung ile beraber etrafı kolaçan ettikten sonra herkesin içeri girmesini işaret etmişti. Topal adımlarla verandaya ayak bastığımda aklımda bir anı canlanmıştı.

Buraya ilk geldiğim zamanlarda, birkaç çocuk ile bu verandada top oynadığım bir anı. Mutluluk hissine o zamanlar, şimdi olduğum kadar uzak değildim. Benimle ilgilenen adamın, beni gerçekten sevdiğine, bana değer verdiğine inandığım günlerdi. Baba'nın ne olduğunu bilmediğim ama ona her seferinde 'Baba' diye seslendiğim zamanlardı. Şimdi ise, bildiğim her dilde küfür edebileceğim biri olmuştu.

peiskos • lee jenoWhere stories live. Discover now