chapter 18: bullet

423 57 22
                                    







"Ne zaman geliyorsunuz? Kaç dakikadır bekliyorum sizi."

Yaslandığım tuğla duvarda kalabalık ara sokaktan geçen abartı giyimli insanlarda gözlerimi gezdirdim.

"Geliyoruz, biraz daha bekle beraber girelim."

Jaehyun'un gergin sesini duyduğumda köpürmeye başlamış olan sinirim yatışır gibi olmuştu. "Tamam..."

Telefonu kapattıktan sonra iki yanak dolusu bir nefes vermiş ve alt dudağımı sarkıtarak önümden geçen insanları izlemiştim boş bakışlarla. İçeri girenleri gördükçe giydiklerimin anormal olduğunu düşünmeye başlamıştım. Beyaz bol paçalı ince kumaştan yapılma bir pantolon, onun takımı olan blazer bir ceket, içime de siyah kalp yakalı, askısız ve dantel desenli olan bir büstiyer giymiştim. Kısa siyah saçlarım vardı ve onları düzleştirip kulaklarımın arkasına sıkıştırmıştım. Böylece taktığım gümüş sallantılı küpeler gözüküyordu. Gelen kadınların aksine çok ağır bir makyajım yoktu. Sadece göz kalemim birazcık belirgindi ve vişneçürüğü mat bir ruj sürmüştüm. Boyumun uzun gözükmesini sevdiğim için bilekten bağlamalı siyah, burnu açık olan ince topuklu ayakkabılardan giymiştim. İçeri giren abiyeli kadınları gördükçe üstümü değiştirmek geliyordu içimden.

Yanında durduğum kapıdan gülerek bir erkek çıktığında hafifçe başımı oraya çevirdim. Geçen gün bize davetiye veren kişiyi gördüğümde istemeden gerilmiştim. Ondan kaçınmak için başımı önüme çevireceğim anda o beni görmüş ve başıyla hafif bir selam vermişti. Ben de gülümsemeye çalışarak başımla selam vermiştim. Önüme dönüp elimdeki telefonumun şifresini girmiş ve Jaehyun'a çabuk gelmelerini söyleyen onlarca sinirli mesaj atmıştım. Son küfürlü mesajımı gönderdiğim sırada biri boğazını temizlemişti önümde.

Başımı kaldırıp kim olduğuna baktığımda az önceki kişi olduğunu gördüm. Hafif bir tebessümle kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda ellerini arkasında birleştirerek bana gülümsedi.

"Arkadaşlarınız gelmiyor mu?"

"Ah...gelmek üzereler, trafik varmış da." dedim sağ kulağımdaki gümüş küpeyle oynarken.

Başını anladığını gösterircesine sallayıp etrafına bakınmıştı. Merakla yüzünü süzerken bir anda ciddi bir ifadeyle bana dönmüştü. İrkilerek nefesimi tuttuğumda başını biraz sağa yatırmıştı bana bakarak.

"Çok tanıdık geliyor yüzün."

Sol kaşım seğirdiğinde, yandan bir tebessüm ile baktım gözlerine. "Nasıl tanıdık geliyor olabilir yüzüm? Buraya hayatımda ilk defa geliyorum."

Gözlerini kısarak başını iki yana sallamıştı. "Seni sanki daha önce bir yerde gördüm. Gözlerin...aşırı tanıdık."

Kısa bir kahkaha attım ve vücudumun ağırlığını sol bacağıma verdim. "Hepimiz birbirimize benzeriz, olur öyle şeyler."

Samimiyetten yoksun bir şekilde gülmüş ve burnunu çekmişti. "Doğru..."

Tekrar bir şey söylemek için ağzını açtığında adımın seslenildiğini duymuştum.

"Wendy!"

Heejun'u siyah ince askılı saten elbisesinin içinde topuklu ayakkabılarıyla bana doğru koşturarak geldiğini gördüğümde rahatlama duygusuyla yavaş bir nefes vermiştim. Yanıma gelip bana sarıldığında bir kolumu beline dolayarak karşılık verdim.

Sarılması bittiğinde karşımda duran kişiye yandan bir bakış atmış ve hafifçe gülümsemişti. Onun tepkisini göremeden Jeno kolunu belime dolamış ve yanağıma hafif bir öpücük kondurmuştu. Geri çekilip yanımda durduğunda ona hemencecik gülümsemiş ve koyu lacivert ceketinin içine giydiği beyaz gömleğinin yakalarını düzeltmiştim. Bana samimi bir gülümsemeyle baktıktan sonra karşımızda duran adama dönmüştü.

peiskos • lee jenoWhere stories live. Discover now