41. Bölüm

20 1 0
                                    

Arada bir aşağıya,halama bakıyordum. Sonra yukarı çıkıp annemin yanına geri uzanıyordum. Yatağımda öylece uzanmış, ne ses çıkarıyordu ne de nefes alma dışında herhangi bir belirti...

Acaba neden oradan kaçmamıştı?
Neden beni bulmamıştı?
Neden amcamlardan yardım istememişti? Belkide etmezlerdi ama denememişti bile.

Bakımsız saçları birbirine dolanmıştı. Toka savaşları yaptığımız o saçı bakımsızdı şuan ama genede mis gibi kokuyordu.

Yanına uzanmış sadece izliyordum. Ne zaman gözlerini açacak diye bekliyordum. Açmıyordu kaç saattir. Ayda Halam, Ayça Halamın birazdan uyanacağını söylüyordu en son indiğimde. Fakat annem uyanmıyordu. Gözünün önünde duran tutam saçını işaret parmağımla geri ittim. Kıpırdamadı bile. Eskiden yağmur yağmasını severdim ama gök gürültüsünden korkardım. Odasının kapısının önüne geldiğimde uyanmış olurdu. Şimdi uyanmıyordu.

"Anne..." dedim uzun zamandır kullanmadığım o kelimeyi kurarak. "Kalksana korkuyorum." dedim belki uyanır diye. Eskiden uyanırdı bu sözüme. Uyanmadı.

"Anne kalksana. Abur cubur alıp oturalım mı?" Ağzını açıp bana "Rafta para var. Al oradan hadi git markete getir ne istersen. Nescafe alma ama çok içiyorsun çikolatalı süt al kendine." demedi. Uyanmadı.

"Anne ödevimi yapamıyorum yardım eder misin?" dedim. Bu cümleyi duyduğunda gelir anlamasa bile yardım etmeye çalışırdı. Kıpırdadı gözleri ama uyanmadı.

"Anne, Bade ve Cansel tatlılarını özlemiş." Kalkıp yapmadı tatlı. Tersine döndü ama kalkıp yapmadı. Uyanmadı.

"Anne... Kalksana artık ya!" dedim. Sesim yükselmişti, uyansın istiyordum. Yeterdi artık. Gözlerini göreyim bana kızım desin istiyordum. 4 yıl olmuştu sadece. Belki azdı ama annemdi o benim, asırlar geçmiş gibiydi. Sarılmak istiyordum. Sarstım istemeden. Kolundan. O an kolunu tuttuğum elimfe bir ıslaklık oluştu. Damla damla bir ıslaklık. Ağlıyormuşum. Bu kadar zamandır boşuna mı boğazım ağırmıştı? Ağlamamak için zor dururken ağlıyormuşum meğer.

Uyandı ama. Uyandı. Uyandı. Uyandı.
Annem uyandı.

Şaşkınlıkla bakıyordum ona. Kalktı,yerinden doğruldu. Etrafına baktı. Başını tuttu. Oturdu. Ellerine baktı. Bana baktı. Dayanamadım sarıldım. O bana sarılmadı. Ben sarıldım, olsundu. Belkide şoktaydı.

"Anne! Çok özledim! Anne!" dedim hıçkıra hıçkıra. Anneme sarılıyordum. Ben anneme sarılıyordum! Bin dört yüz elli sekiz gündür sarılmadığım, koklamadığım, öpmediğim anneme sarılıyordum!

Beni elleriyle geriye itti. Şaşırmıştım ama beni geriye itti. Boynuna doladığım ellerim çözüldü. 

"Sonunda uyandın. Nasılsın?" dedim gülümsedim ve göz yaşlarımı elimin tersiyle sildim.

"İyiyim." dedi ne zamandır konuşmadığı için çatallaşmış sesiyle. Ellerine baktı. Ellerine sürekli bakıyordu.

"Nasıl hissediyorsun anne?" diye sordum. Sustu. Gözlerinin içine bakmaya devam ederken gözlerini kaçırdı.

"Bak..." dedi bir kaç dakika sonra. "Bana neden anne dediğini bilmiyorum. Nerde olduğumu bilmiyorum. Benim bir kızım vardı. Aynı onun gibi anne diyorsun bana ama o on dört yaşında öldü. Adını, nasıl biri olduğunu, gözleri ne renkti hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece bir kızım vardı ve öldü. Uzun zaman önceydi. Bana anne deme. Çünkü ben senin annen değilim. Kim sana ne dedi bilmiyorum ama yalan söylenmiş. Ben kızımı kaybettim. Cenazesinde ne oldu, neden öldü falanda bilmiyorum, hatırlamıyorum."

OlağandışıWhere stories live. Discover now