25/ Ma solitude, mon ermitage, mon repos*

188 10 62
                                    

Kapının önünde ne kadar beklediğini bilmiyordu. Aramayı denedi fakat Baekhyun'un telefonu kapalıydı. Daha birkaç dakika önce onun apartmana girdiğini gözleriyle görmüştü. Eğer başına bir şey gelmediyse şu anda ya evde değildi ya da kapıyı açamayacak durumdaydı. Chanyeol ikincisini düşündükçe delirecek gibi oluyordu. Onu iyi bir ruh haliyle bırakmamıştı. Binlerce ses tek bir ağızdan ona felaket senaryoları fısıldıyor, mantıklı düşünmesine engel oluyordu. Göğsündeki baskı zorlama bir endişeden miydi yoksa gerçekten normal miydi, artık ayırt edemiyordu. Artık neyin gerçekten endişe verici neyin kuruntu olduğunun ayrımını yapamayacak kadar çok şey yaşanmıştı. Bu yüzden mantıklı olmak bazen açık bir risk gibi hissettiriyordu.

Kapıyı zorla açtırmayı düşündü, belki güvenlik ile girebilirdi ama Baekhyun'a ne diyecekti. Dahası evde olmama ihtimali de vardı ve ortalığı boşu boşuna ayağa kaldırmış olacaktı. Ya bana ihtiyacı varsa?

Kapıyı bir kez daha yumruklayarak çaldı.

''Baekhyun, beni duyuyor musun?''

Biraz bekledi fakat ses gelmedi.

''Baekhyun?''

Kulağını kapıya dayadı ve içeriyi dinlemeye çalıştı. Hiç... Bir kıpırtı bile yok gibiydi. Halbuki Chanyeol o kadar gürültülüydü ki hiç olmazsa Otto'nun kapıya kadar gelip kendisine miyavlamasını bekliyordu ama hiçbir şey duyamadı. Kapının ardı boş bir daire gibi sessizdi. Arkasından başka bir kapının açıldığını duydu ve döndüğünde o zamana kadar komşuları rahatsız edecek kadar gürültülü olduğunu ancak anladı.

Kadın tedirgin gözlerle genç adamı süzdü.

''Kimsiniz?''

Chanyeol onu kaygılandırdığını fark edince gergin bir şekilde gülümseyerek izah etmeye çalıştı ''Arkadaşıma gelmiştim ama evde değil sanırım.''

Kadın kendisine şüpheli gibi baktı. Chanyeol özür dileyerek eğildi ve yapabileceği hiçbir şey olmadığına kanaat getirerek asansöre ilerledi. Daha fazla kalsaydı kadının polisi arayacakmış gibi bir hali vardı.

Baekhyun'a telefonu açılır açılmaz kendisine haber vermesini söylediği bir mesaj atıp endişeli bir şekilde dışarı çıktı. Dış kapının önünde durdu ve ellerini beline koydu. Etrafına bakıyordu. Belki Baekhyun'u görme umuduyla, belki de ne yapması gerektiğine dair bir fikir bulabilme... Ama çaresizce arabasına ilerledi.

Baekhyun, yine denizin ortasında, asla ulaşamayacağı kadar dalgalarda, derindeydi.

*

Baekhyun hâlâ deniyordu. Yaşamaya devam etmek başlı başına bir çaba gerektiriyordu. Fakat bazen, sınırlarını zorlayıp çok açıldığını düşündüğünde, hayatı sanki normale dönebilirmiş gibi bir yanılsama ile gözünün önünde belirir gibi olsa, içini tarif edemediği bir korku kaplardı. Dışarısı onu boğmaktan vazgeçmiş gibi olduğunda, eğer tekinsizce açılıp bu serabın büyüsüne kapılacak olursa kendisini derin sularda bulmaktan korkuyordu.
Böyle zamanlarda çoğunlukla kalabalıktan, insanlardan kaçmak istediği oluyordu ve o zamanlar kulaklarını elleriyle kapatıp geçmişin yüküyle ezildiği gövdesini sürünerek de olsa girişinde 'benim yalnızlığım, benim inzivam, benim huzurum'* yazan bir mağaraya girer gibi, oradan hangi saatte, hangi dakikada çıkacağını bilerek içine kapanırdı.

Ma solitude, mon ermitage, mon repos.*

Dışarısı onu yutuyordu ve Baekhyun'un gerçeklikle bağını tekrar kurabilmek için, ona bütün bu yaşadıklarının bir kabus, bir hayal ya da zihninin aptal bir çarpıtması olmadığını gösteren yegane parçasına ihtiyaç duyuyordu.




İÇGÜDÜWhere stories live. Discover now