18/ Innocentes

123 12 19
                                    

Kulaklarımdan içeri, beynimi kemiren tiz bir çınlama kafamın içinde yankılanıyordu. Biri zımbalamış gibi ağır gelen gözkapaklarımı açacak gücüm yoktu. Hareket etmek istedim yapamadım. Bir şeyler duyuyorum, çok derinden. Titreşimleri hissediyorum. Sonra göz kapaklarım açılır gibi oluyor, görüntüler dalgalı bir şekilde tezahür ediyorlar. Daha fazla açık tutamadım gözlerimi. kulaklarımdaki basınç gözlerime vuruyor. Akabinde bir ölüm sessizliği... Her yer kapkaranlık. Kesif bir koku alıyor etrafı, ölümün kokusu. Ansızın uçup gidiyor onlar da. O an anlıyorum.
Ölen ben değildim.
O gün ölü olmayı istedim.

Kyungsoo uyandığında henüz görüş yeteneğini tam kazanamamıştı. Bir şekilde gözlerinin araladığını biliyordu fakat görüş alanındaki tek şey olan otel odasının tavanı netlik kazanmaktan çok uzaktı. Gözlerinin odağı giderek değişiyor görüntüsü düzelecek gibi olurken odağını tekrar kaybediyordu ve kulağında kendisini sağır eden çınlama, bir rezonans gibi beyninde yankılanırken bir şeylerin yanlış olduğunu zaten biliyordu. Üstelik, henüz kımıldatamadığı bedenine rağmen odadaki insanların varlığını teniyle hissetmişti.

Aralanan gözlerine baştan aşağıya beyaz tulumlu yabancı insanlar girdiğinde vücudu buna çok hızlı bir reaksiyon göstererek mümkün olan en kısa şekilde ona bir cevap oluşturdu; tehlike...

Çınlama ile beynini işgal eden gürültülerin arasında biri adını çağırıyor gibiydi.

''Kyungsoo...''

 Beyninde yankılanıp duran kendi ismini çağıran sese cevap vermeye çalışıyordu fakat vücuduna saplanmış binlerce bıçak bir metal örtü gibi hareket etmesine dahi olanak tanımıyordu.

''Kyungsoo...''

 Giderek paniklemişti. Sese cevap veremediği her an kalp atışının ritmine karışan adrenalin bir uyarı ile tetikteydi; tehlike, tehlike, tehlike... Bir şeyler yanlıştı, fakat bunu kavrayamayacak kadar kötü durumdaydı.

''Kyungsoo!'' 

''Kyungsoo, beni duyuyor musun!''

''Hey!''

''Beni duyuyor musun?''

Kyungsoo bir süredir ağırlığına yenik düştüğü göz kapaklarını yeniden  araladığında üzerine eğilmiş bir şekilde omuzlarından sarsarak kendisine seslenen bir figürü belli belirsiz ancak seçebiliyordu. Gözlerinin odağı düzeldikçe telaşla kendisini sarsan adamı daha iyi görebilmeye başladı. Siyah takım elbisesi ve ince kravatı ile  kumral saçları özenle arkaya doğru taranmış adamın Luhan olduğunu tam göremese de anlamıştı.

''Lu...'' Bir ismin bile dudaklarından dökülemediğini fark edecek kadar zayıf olduğu için sanki tehlikede olduğunu yeni baştan keşfediyormuş gibi korkmaya başladı. Fakat bu korku aynı zamanda vücudunun ayılmasına olanak tanıyan ve kalp atışlarını hızlandıran adrenalinin salınımının tek yoluydu.

''Kyungsoo!'' diye sesledi Luhan. ''Beni duyuyor musun?''

''Su...'' Başındaki korkunç acıyı tarifleyecek bir kelimesi yoktu ve neredeyse acı veren bir ağız kuruluğu yaşıyordu. 

''Suーevet.'' dedi Luhan hızlı bir şekilde ayrılmadan önce. Henüz odadaki beyaz tulumlu insanları ve kapının ardından gelen telsiz seslerini kavrayamamıştı. Bir dakika sonra geri geldiğinde Kyungsoo yatakta kıpırdanmayı ancak başarabilmişti. Fakat eli yanındaki buz gibi soğuk bedene temas ettiğinde ürperdi. Neye dokunduğuna bakma konusunda içgüdüsel bir korku yaşıyordu. Yine de dirseği üzerine doğrulup beyaz çarşaf ile kapatılmış yanındaki bedene baktığında gözbebekleri titriyordu. Her şey tamamen içgüdüseldi. Ne yaparsa yapsın, elinin çarşafı kavramasını ve yanında uzanan bedeni ortaya çıkaracak şekilde aşağı indirmesini gerçek bir düşünceyle yapmamıştı. Yine, hissettiği soğuk bedenin morarmış yüzünün ve perdelenmiş gözlerinin bizzat kendi oda arkadaşına ait olduğunu fark etmesi kesinlikle bilinçli bir şekilde olmamıştı. 

İÇGÜDÜWhere stories live. Discover now