015

544 75 89
                                    

Eddie elindeki fotoğrafı bana uzattı. "Sanırım bu senden düştü. Al bakalım." dedi.

Alıp çantama geri koydum. O çoktan dönüp Lucas ile sohbet etmeye başlamıştı. Kendimi açıklama yapmak zorunda gibi hissediyordum. Jonathan koluma girdi. "Hey Grace, gel sana birini göstereceğim."

Beni oradan uzaklaştırırken arkamı dönüp Eddie'ye baktım. Göz ucuyla beni izliyordu. Benim ona baktığımı görünce hemen kafasını çevirdi. Şapşal... Gördüm seni işte.

Jonathan beni salondan dışarı çıkardı.

"Kimi göstereceksin Jonathan?"

Jon: "Az önce olan... O fotoğraftaki Sam'di değil mi?"

Evet anlamında başımı salladım. "Eddie gördü. Onunla konuşmalıyım."

Jonathan iç çekti. "Evet konuşup açıkla. Ben anlayacağına eminim. Ama seni başka bir şeyden dolayı uyarmak istedim. Fotoğrafa bir daha bakabilir miyim? Umarım yanılıyorumdur."

Fotoğrafı çantamdan çıkarıp verdim. Dehşete düşmüş gibiydi. Jonathan'ın fotoğraflarla arasının iyi olduğunu biliyordum. Yani ilgili olduğunu... Bu yüzden bir şey fark etmişti. Ama ne?

Jonathan: Grace geçen gün Eddie'nin karavanında bulduğumuz karavanda bu fotoğraf da vardı. Yani oradaki fotoğraf rulosunu ben aldım biliyorsun. Belki bir ipucu bulurum diye. Hepsini gidip inceledim. Ve eminim. Bu fotoğraf vardı.

Sam'in fotoğrafının o kutuda ne işi vardı? Sam'i benden başka burada kimse tanımıyordu.

Eddie kapıdan çıktı ve bizi görünce biraz rahatlamış gibiydi. "Hey... Buradasınız demek. Merak ettim. Yine şey oldu sandım..."

"Kaçırıldım." dedim.

"Evet öyle sandım." dedi.

Jonathan "Söylediklerimi iyice düşün." deyip geri içeri girdi. Eddie geldi. Kollarımı tutuyordum. Üşümüştüm. Ceketini çıkarıp omzuma attı.

"O fotoğraftaki benim eski sevgilim Sam. O boğuldu. Fırtınalı bir günde dalga yakalamak için suya gitmişti. Bir daha haber alamadık. Zaten bir hafta sonra kıyıya surf tahtası vurmuştu. Aylarca arama ekipleri onu aradı. Bir daha haber alınamadı."

Bana sımsıkı sarıldı. "Senden bir şey anlatmanı veya açıklama yapmanı beklemiyorum. Grace, bana bir şey anlatmak zorunda değilsin. Sen hazır olana kadar ben seni beklerim. Sen istersen bana hiç anlatma, ama benim senin yanında olduğumu bilmelisin. Sadece şimdi o gün sahilde dediklerini daha iyi anlıyorum. Seni anlıyorum. Sevdiğin birisini kaybetmek kolay değil. Kendinden de bir şeyler kayboluyor."

Her cümlesinden sonra daha da sıkı sarılıyordu. Ailesini kaybetmişti. İkimiz de sevdiğimiz insanları kaybedince ruhumuzda boşluklar oluşmuştu. Şimdi birbirimizi bulduğumuz için o boşlukları doldurabilecektik.

"Grasilda."

"Efendim?"

"Çiçek bahçeleri kadar güzel, ay ve güneşin buluşamadığı nokta kadar mükemmelsin. Sen her zerrenle güzelsin.

Benim dünyam dört duvar arasında kapalı bir oda ve sen benim küçük delikten içeri sızan tek ışığımsın."

Burnumu öptü. Dudağımın kenarını öptü. Sonra dudağımı öptü. İçeriden gelen müziğin uğultusu meleklerin şarkı söylemesi gibiydi. Kar yağıyordu. Kar yağıyordu ve Eddie beni öpüyordu. Dudakları o kadar yumuşak ve ıslaktı ki...
Dudaklarımız birbiriyle dans ediyordu. Kalbimin atışını duymak istercesine elini boynuma, hızla atan damarımın üstüne koydu. Diğer eliyle belimden kavrayıp kendine çekti. Aramızda hiç mesafe yoktu. Altmışlı yıllardan kalma bir beyfendi gibi giyinmişti ama o yüzükler hâlâ parmağındaydı. Belime dokunduğu zaman soğuklukları ile irkildim. Yüzünü geri çekti. Sonra daha hızlı öpmeye başladı. Sanki o an bıraksam... O an bıraksam ellerimin arasından uçup gidecekti.  Hayalde yaşıyordum. Hayır, hayalim gerçek olmuştu.

Geri çekildi. Hâlâ aramızda mesafe yokcasına sarılıyorduk. "Rüyamda gördüğümden bile iyiydi." dedim.

Sinsi bir gülüş attı. "Ne rüyası?"

O ana kadar salona girmekte olan veya çıkan insanları fark etmemiştim. "Merhaba Eddie." diye bir ses geldi.

Arkamızı döndüğümde Chrissy bize el sallayarak yanımıza doğru geliyordu.

Eddie Munson || The HellfireWhere stories live. Discover now