019

482 81 26
                                    

Arabanın tam önünde duruyordu. Beni mi görmüştü? Hareket etmiyordu. Elimi koltuğun altına sokup bir şey bulmayı umdum. Ve çivi gibi bir şey parmağıma batınca dudağımı ısırarak elimi geri çektim. Bu... Steve'in çivili beyzbol sopasıydı. Onu her ihtimale karşı yanında gezdirdiğini biliyordum.

Elime aldım. O ise hâlâ orada duruyordu. Karanlıkta kim olduğunu çözemiyordum. Sonra birisi ile konuşmaya başladığını fark ettim. Kafamı kaldırıp bakmaya cesaret edemiyordum. Nefesimi tutup hemen göz ucuyla arabanın önüne baktım. Tam ön camın önünde iki kişi hararetli bir şekilde konuşuyordu. Daha çok kavga eder gibilerdi. Bunlardan birinin McGregor'ın sesi olduğunu seçebiliyordum. Diğer kişi ise çok bir şey söylemiyordu. Ama onun da suç ortağı olduğuna emindim.

Hayatım gözlerimin önünden geçiyordu. Şimdi camı kırıp beni görecekler diye düşündüm. Sonra da beni öldürecekler. Belki ben Melissa kadar şanslı bile olamazdım. Cesedimi ormana atsalar karda yemek bulamayan hayvanlar beni yerdi... Korku seneryosu yazmayı durduramıyordum. Havanın eksilerde olduğunu biliyordum ama alnımdan aşağı stresten ter döküyordum.

Eddie

Kapıyı yumrukluyordum. "Aç şu kapıyı! Seni öldüreceğim! Aç şu kapıyı!"

Tekme atmaya başladım sonra da bir hışımla yere oturdum.

Jonathan ve Steve de kapıyı yumrukluyordu. "Harika!" diye bağırdım. "Hadi Grace sen arabada kal. Güvende olursun (!)" Kendimle konuşup kendime kızıyordum. Onu resmen gerçek anlamda yem gibi orada bırakmıştım. Çoktan gelmediğimizi fark edip kaçtığını umuyordum. Ummaktan başka çarem yoktu.

Steve neredeyse beş metre kadar yüksekte olan paralel şekilde dizilmiş pencereleri gösterdi. "Onları kırabilirsek içinden atlayabiliriz."

"Ne ile?" dedim. Masaların üstüne bile çıksak, hatta üç masayı üst üste bile koysak oraya yetişemezdik!

"Denemek zorundayız. Başka şansımız yok!" dedi Jonathan. Etrafta duran uzun ve hemen hemen yüz kilo kadar olabilecek masaları sürüklemeye başladık. Biz hareket ettikçe etraf toz oluyordu ve nefes almak zorlaşıyordu.

"Yeter durun! Bu tamamen zaman kaybı. Başka bir şey bulmalıyız." dedim.

Bir an için tavana baktım. Sonra Steve'e.

"Burayı yakacağız. Yangın çıkaracağız."

Anlamamış gözlerle bana baktılar. "Tavandaki alarmı görüyor musun? Ateş yakarsak duman oraya ulaştığında alarm o kadar yüksek sesle öter ki, bizi duyarlar. Hatta itfaiye buraya gelir. Gelmesi yaklaşık yirmi dakikayı bulabilir. Ama alarm çalınca otomatik bir şekilde mekanizmanın su fışkırtması gerekiyor. İşte böyle çıkacağız."

Jonathan: "Delirdin mi sen! Ya su akmazsa! Ya da alarm çalmazsa! Burası en azından yetmiş senelik bir yer. Bunlar çoktan bozulmuştur."

Steve'in yanına gidip elimi cebine sokup çakmağı aldım. Sonra başımdaki bandanayı çıkartıp yerden aldığım bir odun parçasının başına doladım. "Denemek zorundayız demiştin, değil mi Jonathan?" dedim ve çakmağı çaktım.

Grasilda

İşte bu kadardı. Öleceksem bile elimden geleni yapacaktım. Korkak gibi kaçmayacaktım ya da teslim olmayacaktım. Onlar hararetli bir şekilde konuşmaya devam ederken telsizi açtım. Açık olan pencereden aşağı attım. Telsizden sesler gelmeye başladığında onların dikkatini çekti. "Sessiz ol. Burada birisi var." diyordu McGregor. Telsizin olduğu tarafa doğru yürümeye başladılar. Olabildiğince sessiz bir şekilde kapıyı açtım. Karın ses çıkaracağını biliyordum bu yüzden botlarımı da arabanın içinde çıkarmıştım. Yerde sürünerek ağaçların arasına girdiğimde onlar da arabada biri olduğunu fark etmiş gibi hemen arabanın içine bakmaya başladılar. Ağacın arkasında saklanıp beni aramaya başlamamalarını umuyordum.

Elimdeki sopaya sıkı sıkı sarılmıştım. Burnuma ise yanık kokusu gelmeye başlamıştı. O ana kadar sessiz durmaya çalışırken kalkıp kokunun geldiği yere çıplak ayakla koşmaya başladım.

"Hey bekle! Sen! Buraya gel!"

Arkamdan koştuklarnı duyabiliyordum. Durmadan koşuyordum. Köşeyi dönünce durdum. Köşeyi ilk dönecek kişiyi bekliyordum.

Ayaklar omuz hizasında açılacak. Ellerinin arasında boşluk olacak. Sopayı bilekten kavrayacaksın. Kendime bunları tekrar edip duruyordum. Tıpkı beyzbol oynar gibi Grace. Beyzbol topuna vurur gibi.

Köşeyi dönen kişiye hiç beklemediği şekilde sopayla vurmuştum. Yere düşüp acı ile inlemeye başladı. Diğeri ise ona takılıp yere düşmüştü. Bir saniyeliğine girip donuk kaldığım şoktan çıkıp koşmaya başladım. Kapının önünde duruyordum. Kapıya vurmaya başladım. "Eddie! Ses verin! Eddie!! Orada mısınız!? Eddie!"

Yan tarafta karın içinde parlayan larcivert renkli bir şey gözüme takıldı. Kerpeten. Elime alıp hemen zincirleri geçirdim. Kesmeye çalışıyordum ama gücüm yetmiyordu. İçeriden ses gelmiyordu ama duman çıkıyordu. Tanrım... Eddie. Lütfen dayan. Lütfen beni bırakma.

Eddie Munson || The HellfireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin