/88/ Huzursuzluk

3 2 0
                                    

Serkan sabahın köründe kalkmış mutfakta kahve yudumluyordu. Aykız evde değildi, yola çıkmak için gerekli şeyleri hazırlamak için gitmişti. Daha kahvesinden bir kaç yudum almadan telefon çalmıştı. Serkan elindeki kupayı yerine koydu. Cebindeki telefonu çıkarıp kimin aradığına baktı. Arayanın Aykız olduğunu görünce açtı. " Efendim."

" Evin önündeyim. Yola çıkmaya hazırız." Serkan telefonu kapatıp cebine koydu. Kupayı tezgahın üzerinde bırakıp kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açtığında evin önünde iki adet BMW İ5 bulunuyordu. 

Serkan şaşkın bir şekilde arabalara bakarak Aykız'ın yanına geldi. " Aykız bu arabalar neci?" Aykız önce arabalara daha sonra yanında bekleyen adamlara baktı. " Tanımadın mı! Bunlar bizim adamlarımız." Serkan kim olduklarını biliyordu. " Biliyorum. Neden buradalar?"

" Koruma için." Serkan biraz sinirlenmişti. " Ben koruma istediğimi hatırlamıyorum." Aykız gülümsedi.
" Biliyorum. Bunu ben düşündüm." Serkan bunu gereksiz buluyordu. " Ne gerek var bu adamlara?" Aykız şaşkın surata döndü bir anda. " Seni korumak için. İstersen markete git ama korumasız gitme. Dost var düşman var."

Serkan bir şey demeden arabasına bindi. Diğer adamlar ise arabaya binip hazırda beklemeye başladılar.

Aykız her şeyini yanına aldığına emin olduktan sonra, koşturarak Serkan'ın arabasına ilerledi. Kapıyı açıp yan koltuğa oturdu.

Öndeki araba yürümeye başlayınca Serkan aynı hızda arkasından takip etmeye başladı.

                         Mersin
İsa işçi kıyafetlerini giymiş çalışanlarla beraber hayvanlara bakıyorlardı. Bir kısmı inekleri sağıyor, bir kısmı sağımdan sonraki yemek için samanları hazırlıyordu. İşler tam tıkırında ilerlerken İsa ise başlarında bekliyor, yardıma ihtiyaç olduğunda yardım ediyordu.

Çiflikten biraz uzaklaşıp ormana yaklaştı. Temiz havayı derince içine çekerken telefonuna mesaj geldi. Kimden geldiğine bakmak için cebinden çıkardı. Mesaj Serkan'dan geliyordu. Ve aynen şöyle yazıyordu.

" Baba. Biz yola çıktık. Haberin olsun."

İsa gülümseyip telefonu geri cebine atmıştı. Çünkü hasret kaldığı oğlu bugün yanına geliyordu.

Yaprak çadırında oturmuş oklarını bileliyordu. Kapının önüne bir nöbetçi geldi. " Yaprak." Dedi. Yaprak çadırdan yapılmış kapıya baktı. " Gir." Dedi. Nöbetçi hemen içeri girip karşısına geldi. " Ulu bilge seni istiyor." Yaprak okunu ve yayını bırakıp, nöbetçiyle beraber çadırdan çıktılar.

Diğer çadırların daha tepesinde olan ve görkemli duran çadıra doğru yürüdüler...

Bir kaç dakikalık dik yokuşun ardından ulu bilgenin çadırına gelmişlerdi. Nöbetçi Yaprak'ı getirdikten sonra geri dönüp aşağı inmeye başladı.

Yaprak çadırın girişine geldi. " İçeri girmek için senden müsade istiyorum ulu bilge." Dedi. Ardından beklemeye başladı. Bu seferki bekleyiş uzun sürmüştü. Tam bir daha tekrarlayacaktı ki çadır aniden nöbetçiler tarafından açıldı.

Bu durum Yaprak'ın korkmasına neden olmuştu. Daha fazla vakit kaybetmeden içeri girdi. Ulu bilge yüksek ve göz alıcı postunda oturuyordu. Kafasında tüylü ve şekilleri olan bir maske vardı. O yüzden kim olduğu belli olmuyordu. Yaprak karşısına gelip. " Hizmetinizdeyim ulu bilge." Maskenin arkasından hırlıltılı bir ses gelmeye başladı. Her ne kadar hırıltılı olursa olsun bu kişinin kız olduğu değişmiyordu. " Sana verdiğim görev. Kitabı bana getirdin mi?"

Karanlık Savaş Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα