/95/ Üşenmedüm Saydum.😂

4 2 0
                                    

                         5 Aralık

                         5 Aralık

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Kar iyice bastırmıştı. Ama kimsenin acısı dinmemişti. Aralık tamamen yüzünü göstermeye başlamış, yer bembeyaz olmuştu. Evdeki herkesin moraki sıfırın altında ve mutsuzlardı. Herkes her ne kadar mutsuz olursa olsun bir kişinin kendinde olması gerekiyordu. O kişi ise ailenin annesi Yasemin'di.

Sabah olmuş Güneş bulutların arkasına saklanmıştı. Yoğun kar bulutları vardı. Sabahın ilk ışıklarıyla herkes yatağından uyanıp aşağı salona iniyordu. Oradaki koltuklara oturup akşama kadar boş boş bir yerlere odaklanırlardı.

Ömür'ün ölümü bütün aileyi derinden etkilemiş, Aylar geçmesine rağmen kimse kendine gelememişti. Herkes morali bozuk mutsuz bir şekilde oturmaya devam ediyordu. Daha yatağından yeni kalkmış olan Yasemin merdivenlerden inip diğerlerinin yanına katılacaktı.

Bu durumu gördüğünde hiç hayra alamet olmadığını anladı. Resmen herkes kendi benliğini unutmuş kim olduğunu bilmiyordu. Merdivenlerden indikten sonra ailesine yaklaştı. Serkan ve Kara'ya baktı. " Hadi etrafı bir kolaçan edin gelin." Dedi. Serkan ve Kara birlikte kalktılar. Hala ayrı yatıyor ve o günden beri iş dışında bir şey konuşmuyorlardı.

Serkan artık bu olayı kafadan bitirmişe benziyordu. Kara ise sonradan çabalamaya başlamış ama, sanki baya baya geç kaldı. Kapıdan çıkar çıkmaz kurda dönüşüp ormanın içine doğru koşmaya başladılar.

Yasemin kocası İsa'nın yanına oturup herkese baktı. Düzelmesi gereken sadece Serkan ve Kara değil gibi duruyordu. Herkesin morali çok düşük bir şey yapmaya hevesi yoktu. " Kendimize gelmemiz lazım." Dedi Yasemin. O anda bütün herkes Yasemin'e odaklandı. O da konuşmasına devam etti. " Böyle oturarak bir yere varamayız. Tamam acımız çok büyük. Ömür benim ve İsa'nın kızıydı. Serkan ve Gürkan'ın kız kardeşiydi. Ama onun intikamını oturarak alamayız. Savaşmamız lazım, kapımızda ise bir tane var."

İsa Yasemin'in konuşmasından sonra araya girdi. " Ben şahsi olarak konuşuyorum, benim için akrabalık derecesinden çıktı artık. Mustafa benim için sadece bir düşman." Yasemin kafasını salladı.

Ulu bilgenin kabilesi kış bastırdıktan sonra pek ortada görünmemeye başlamışlardı. Herkes çadırına çekilmiş önemli bir şey olmadıkça harekete geçmiyorlardı. Gün içinde belirlenen nöbetçiler sınırda kurt formunda nöbet tutuyorlardı.

Yaprak hala iyileşememişti. Aylardır yatakta yatıyor başında birden fazla sağlıkçı uğraşıyordu. Çadırın girişinde ise ulu bilge bekliyordu. Yaprak'ın son yaptığından sonra ulu bilge böyle cesur askerlerin yetişmesi için örnek olsun diye başında bekliyordu.

Daha fazla yanında beklemenin manasız olduğunu düşünen ulu bilge çadırı terk etti. Arkasında her zaman nereye giderse gitsin takip eden askerler vardı. Çadırların arasından geçtikten sonra tepedeki en heybetli çadıra gelmişti.

Merdivenleri çıkmaya başladığında takip eden askerler merdivenin iki yanına geçti. Takip etme mesafeleri buraya kadardı artık. Bundan sonraki koruma işini ölümüne dedikleri asker birlikleri yapacaktı. Bu asker türü adı üzerinde ölümüne asker diye ayrılır. Kabilde bu asker türünden çok az vardır.

Bu askerler çadırdan dışarı çıkmazlar. Çıkması gereken durumlar ise ya hava almak için, ulu bilge çağırdığında veya öldüğünde. Başka türlü dışarı çıkmaları imkansızdı. Bunun önemli bir nedeni ise ulu bilgenin sesini ve yüzünü gördükleri içindi. Eğer kabilede bir kişiye bile söylerlerse anında idam edilirlerdi.

Bu yüzden dışarı çıkmaları bu kadar fazla kısıtlanıyordu. Aşağı kabileye inmekte yasaktı. Hava almak istediğinde ise ulu bilgenin çadırın önünde alabilirdi.

Ulu bilge çadırına gelmişti. Geldiğini fark eden içerideki ölümüne nöbetçileri çadırı açtı. Ulu bilge içeri girip yerine ilerledi. Deriden ve ağaçtan yapılmış tahtına oturdu. Nöbetçileri çadırı kontrol etmeleri için işaret verdi.

Birisi soldaki çadıra gitti, diğeri sağdaki çadıra. Büyük çadırın içinde iki oda vardı. Nöbetçiler geri geldi ve ikiside birlikte. " Çadır temiz ulu bilge." Dediler. Ulu bilge yorulmuş bir şekilde kafasını yere eğdi. " Son durum, Nifus, önemli gelişme." Diye sordu. İçlerinden biri bir adım öne çıktı. " Sınırlar temiz efendim. 87 erkek, 98 kadın, 43 çocuk. Depomuzda erzak azalıyor." Ulu bilge derin bir nefes aldı.

Kış iyice bastırdıktan sonra erzak bulması çok zor ve tehlikeli oluyordu. Bir çare bulmak zorundaydı, yoksa kabile kışın sonunu bırak ortasını bile göremezdi. Ulu bilge köşede duran büyük tesitiyi işaret etti. Kapının yanında duran nöbetçi yanına gidip kulpundan tuttu. Kaldırmak istediğinde ise sadece belinden gelen kemik seslerini duydu.

Kapının yanındaki diğer nöbetçi kalkmadığını görünce yardım etmek için yanına gitti. İkisi iş birliği yaparak koca küpü yerinden kaldırdılar. Ağır adımlarla ulu bilgenin karşısına getirdiler. Yerde koyduklarında ağırlıktan dolayı gürültü çıktı.

Askerler koyduktan sonra ulu bilgeye baktılar. " Bu ne ulu bilge?" Ulu bilge testiye bakarak. " Bıçağının kabzasıyla testiye son gücünle vur." Dedi. Asker belinden bıçağı çıkarıp hazırlandı. Daha sonra gücünü toplayıp testiye son gücüyle vurdu.

Testi ortadan ikiye bölündü. İçinden ise sayılmayacak kadar çok kağıt para dökülmeye başladı. Ulu bilge dökülen paralara bakarken, askerler ise şaşkınlıktan birbirlerine bakıyorlardı. Paraların hepsi döküldükten sonra ulu bilge askerlere baktı. " Bunu zor zamanlar için biriktirmiştim. Şimdi ikiniz yanınıza biraz adam alın. Normal kıyafetlerinizi giyin. Şehre inin, at ve at arabası alın. İçine doldurabildiğiniz kadar erzak doldurun. Geldiğinizde erzakları hemen dağıdın. Kalanları depoya koyun." Askerler kafasını salladı.

Mustafa ormanın derinliklerinde topladığı vampir ordusuna bakmaktaydı. Tam tamına 10.000 kişi vardı. Bunun sadece 500 kişisi Mustafa'nın yanındaydı. Geriye kalan 9.500 kişi ise ormanın daha derinliklerinde Mustafa'nın işaretini bekliyorlardı.

O 9.500 kişi konakladıkları yeri kendilerine mesken haline getirmiş hayvan insan demeden herkesi avlıyorlardı.

Mustafa kurduğu kocaman orduyla Serkan ve yanındaki herkesi öldürdükten sonra, yaşlı vampir gibi kendine krallık kurmayı planlıyordu. Belirlediği bölgelere vampirler gönderip hareket olup olmadığını rapor alıyordu.

Ormanın içinden gelen iki vampir Mustafa'nın bütün dikkatini dağıttı. Orada bekleyen 500 vampir o iki vampirin üzerine koşmaya başladı. Ama Mustafa'nın el kaldırmasıyla 500 kişi durdu. Gülümseyerek o kalabalık vampirlerin yanına geldi. " Arkadaşlar. Ne demiştim ben size. Kendi türümüze karşı biraz medeniyet." Dedi. Daha sonra gelen o iki vampire baktı. " Siz neden gelmiştiniz?"

Gelen iki vampirlerden biri Mustafa'ya baktı. " Bizi Ömer Dalkıran ve Doğan Seren gönderdi. Biz Antalya'dan geliyoruz. Size bildirmemiz istenildi." Mustafa bu durum karşısında şaşırmıştı. " Ne bildirmenis istenildi acaba?" Konuşan vampir bir adım yaklaştı. " Doğan Seren ve Ömer Dalkıran Serkan'a yapmış olduğunuz savaşta sizi destekliyor. Ve arkanızda durduklarını bildirmemi istedi. Ve her türlü yardım için hazır olduklarını söylediler." Mustafa bu teklif karşısına gülümsedi.
" Evet. Gayet makul bir teklif. Görünüşe göre Serkan sadece benim canımı yakmamış. Doğan ve Ömer güzel bir teklif sunmuş. Tabi gayet akıllıca ve kurnazca. Ben burada yükseldikçe onlarda benle beraber yükselecek. Hemde ellerini kirletmeden. O yüzden bende bir teklifte bulunmak istiyorum. Eğer teklifimi kabul ederlerse, bende onlarınkini kabul ederim."

Vampir kafasını salladı. " Seni dinliyorum." Mustafa gülümsedi...

                     Günün Sözü
Söz konusu arkadan oyun çevirmek olduğunda o kadar iyi kaptanlar tanıyorum ki kimse siz gibi dümen çeviremez!

Karanlık Savaş Where stories live. Discover now