19- Beyaz Bayrak

449 40 2
                                    

"Buyrun Bade Hanım."

İçeride gördüğüm korumalardan biri taksiye binecekken kolumdan tutup taksiciye "Hanımefendiyi biz bırakacağız." diyor ve taksinin kapısını sert bir şekilde kapatıp beni hemen arkasındaki lüks araca bindirmek için kapımı açıyor. Duraksayıp bir ona bir arabaya bakıyorum.

"Nereye gitmek isterseniz araç sizi bırakacak."

Anlamaya çalıştığım şeyi fark etmesi için bir süre daha git gel yapıyor gözlerim arabayla koruma arasında.

"Kenan Bey emretti." diye ekliyor sonunda.

Ha Kenan olayı ciddiymiş yani. Bu adamlar sadece içeride değil dışarıda da beni korumak için buradaymış. Aman ne hoş! Güya kendini yakınlarda hissettiriyor. Belki de kendini affettireceğini sanıyor böylelikle. Gerçi Badeyim ben, huzursuz yaşamaktansa affederim orası doğru.

İnsanların acımasızlığıyla yüzlerce kez karşılaşsam da acımasız olmayı öğrenemiyorum. Şefkat nasıl da ilmek ilmek işlenmiş yüreğime, ruhuma. Cennet gibisin der annem bana böyle durumlarda. 'Kötü hiçbir şey düşünmüyorsun. Burası dünya yavrum. Kötüler de var.' diye devam eder cümlesine.

Belki bu defa akıllanmalıyım. En azından affedeceksem bile bu zaman almalı. Hemen huzuru, mutlu olmayı düşünmemeliyim.

Eve ulaştığımızda şoför koltuğundaki koruma konuşuyor.

"Eve gittiğinizden emin olmam için pencerenizden bana onay vermeniz gerekiyor. Yoksa buradan ayrılamam."

"Bunu da mı Kenan istedi?" Şaşkınlıkla ona bakıyorum. Zira varlığında bu kadar sıkı takipte olduğunu düşünmüyorum ya da oluyor muydu bana fark ettirmeden bilmiyorum.

Kafasını evet anlamında sallayınca iyi akşamlar dileyip arabadan iniyorum. Asansör yerine sessizce çıkıyorum merdivenleri. Kimseyi uyandırmamak için. Özellikle Meryem teyzeyi.

Kapının kilidini çevirirken tüm bedenimi sessiz olma konusunda zorluyorum. Tık sesiyle kapı kilidini açıyor ve yavaşça kapıyı aralıyorum. Ayakkabılarımı dikkatlice çıkarıp elimde tutarken kapı eşiğine basıyorum. Son bir saniye diyorum içimden. Kucağımda ayakkabılar içeri gireceğim sırada telefonum büyük bir gürültüyle apartmanı inletiyor.

Merdiven boşluğunda fısıltıyı bile duyan Meryem teyze bu sese kesin uyanır. Cebimdeki telefona bakmadan elimi cebime sokup onu susturuyorum ve kendimi bir hışım içeri atıyorum. Kapıyı tam kapatacakken "Bade kızım sen mi geldin?" diye sesleniyor Meryem teyze. Sanırsınız aynı evde yaşıyoruz. Gözlerimi devirip hayal kırıklığıyla aralık kapıdan ona sesleniyorum.

"Geldim Meryem teyze. İyi geceler."

Kapıyı kapatacakken yeniden sesleniyor.

"Kenan oğlum mu bıraktı?"

Adını bile duymak istemiyorum onun diyemiyorum tabi.

"Onun acil bir işi çıktı. Başka bir araçla geldim."

Neden hesap verdiğimi bile bilmiyorum. Tuhaf kadın işte Meryem teyze. Açıklamazsam daha kötüsü olur korkusunu hangi ara beynime yüklediğine inanamıyorum. Özgür bir kadınım, istediğimi yaparım diyesim gelse de annemlerin söylediği yalan yüzünden elim kolum, dilim bağlanıveriyor hemen.

"İyi bakalım. Dinlen sen. İyi geceler."

Çok şükür, lütuf etti.

"Sağolun size de."

Kapıyı sessizce kapatıp bir süre arkasında öylece bekliyorum.

Milattan önce Jullius Sezar, Marcus Brutus tarafından sırtından bıçaklandığında da aynı şeyi hissetmiş olmalı. "Sen de mi Brutus?" derken ona karşı koymak yerine canını o an ona teslim etmiş olması ihanetin bir sülük gibi kişinin yaşama dürtüsünü nasıl da emdiğini ve hayatı bıraktırdığını kanıtlıyor.

Görevimiz Mutluluk 2Where stories live. Discover now