33- Mutluluğun Bedeli

459 36 1
                                    

"Hastaneye gitmek istemiyorum. İyiyim."

"Olur mu kızım?"

"İyiyim anne. Lütfen." Kalbim hüzünle boğuk boğuk kan pompalıyor. Hala bedenimin dermanı yok, dudaklarım kurumuş, bir yudum suya, bir şifalı söze hasret. "Sadece biraz dinlenmem gerek." derken bile pes etmişim gibi.

"Ama..."

"Tamam." diyor Murat. "Ben yanında kalırım. Aklınız burada kalmasın."

Murat bunu der demez annem geri çekiyor kendini. Meryem teyze de bana Murat için güven verici iltifatlarda bulunup anneme göz kırpıyor. Şu haldeyken bile...

Sağlık görevlilerinden sonra annem ve Meryem teyze de kaçarak çıkıyorlar evden. Kanepede doğrulup pencereden dışarı bakıyorum. Akşam üzeri. Hava kararmak üzere. Herkes gittikten sonra ev iki kişiye göre daha da sessizleşiyor. Tepemdeki lambaderin kablosundaki beyaz düğmeye basıyorum. Odayı kaplayan loş sarı ışık bir anda içimdeki havayı değiştiriyor. Umut tohumları canlanıyor içimde.

Tıp gelişiyor sonuçta. Bu kadar bilindik bir hastalığın da çaresi olmalı değil mi?

"Su ister misin?" diye soruyor Murat.

Yüzüne bakıyorum donuk bir ifadeyle. Gönül isterdi ki köşedeki simit kafede simit, çay keyfi yapıp kendimin olumsuz yönlerini üstüne basa basa söyleyeyim ve bir daha evlilik konusu gündem bile olmasın ama kısmette hasta bakıcılığı görevi varmış asilzademizin.

"Hadi ben neyse de sen nasıl düştün Meryem teyze ve annemin evlendirme batağına." diyen beynimin sessiz cümlesi bir anda sesli bir şekilde ağzımdan çıkıveriyor. Dudaklarımı birbirine bastırıp üzerimdeki örtüyü çeneme kadar çekiyorum.

Gülüyor. Cevap vermeden yeniden gülüyor. O böyle yaptıkça kanepede karınca kadar küçüldüğümü hissediyorum.

"Yani ben... Öyle..." Hangi yanından tutsam da düzeltmiyorum bu cümleyi. Neyse ki daha fazla utanmama izin vermeden açıklamada bulunuyor.

"Bir sorun başına geldiğinde bunun sadece kendine özgü olduğunu zannediyor insan. Oysa sorunu algılama ve çözüm bulma şekli kişiden kişiye göre değişiyorsa sorunun ne kadar büyük ya da küçük olduğunun bir önemi yok."

Söylediklerini anlayabilmek için bir müddet düşünüyorum. Nasıl büyük bir sorunu olabilir ki?

"O halde bana neden seni evlilik için baskı altına aldıklarını anlatır mısın?" diyorum merakla.

Nefes alıp bırakıyor ve bakışlarını kaçırıyor. Suskunluk uzayıp gidince "A pardon. Üzgünüm. Patavatsızca konuştum sanırım." diyorum yüzüm kızararak.

"Sadece... Bunu daha önce hiç kimseye anlatmadım. Yani... Herkes zaten biliyordu." deyince patavatsızlığımdan ötürü daha çok mahcup olup özür dilemeye çalışıyorum.

Ben özür dilemek için uygun cümle arayıp lafı ağzımda gevelerken o da aynı anda böyle hissetmemem için beni teskin etmeye başlıyor ve sonunda "Özür dilemene gerek yok." cümlesini net bir şekilde duymamla bu karmaşa son buluyor. İkimiz de susup kalıyoruz. Bakışlarımı kaçırıp üzerimdeki battaniye ile oynuyorum.

"Anlatması hoş değil." diye devam ediyor. "Kendimi kötü hissediyorum ve karşı tarafın da kendini kötü hissedeceğini biliyorum."

"Duyguları paylaşmak insana huzur verir. Eğer bir de karşındaki kişi bunu anlatman için hevesliyse yükün hafifler."

Gülümsüyor ve sessizce kafasını sallıyor.
"Duymak için heveslisin yani?"

Kafa sallıyorum. "Oldukça fazla."

Görevimiz Mutluluk 2Where stories live. Discover now