IV

58 3 0
                                    

Bacaklarımı omuz genişliğinde açıyorum. Öne uzattığım elimde tabancanın ağırlığını hissediyorum. Gözlerimi kısıp nişan alıyorum. Tetiğe basmadan hemen önce geri tepmeye karşı koymak için vücudumu hazırlayıp ateş ediyorum.

Iskaladım.

Bu beşinci. Tamam hedef tahtasını vurmayı başarmış olabilirim. Ama bu yeterli değil. Bir kere daha nişan alıyorum. Derin bir nefes. Vücudunu hazırla, tetiği çek. 

Iskaladım. Altıncı.

Annemin, duyacak olsaydı, suratının en ekşisinden bir limon yemiş kadar olacağı bir küfür savuruyorum. Silahı aşağı indirip kol, boyun ve sırt kaslarımı şöyle bir gevşetiyorum. Sakin ol, diyorum kendi kendime. Rahatla biraz.

Bence hazır olmanın birinci koşulu her zaman sakin olmaktır. Ama hazır olmak, Dört'ün bize söylediği gibi "ödlekliğin" kökünü kazımaz. Hayır.

Cesurluk liderlerine ve eğitmenlerine tabii ki de kafa tutamam. Şimdilik. Fikirleri savunmak bir lükstür, dürüstlükte istemediğimiz kadar var olan, farkında olmadan alıştığım bir lüks. Şu anda bu lükse sahip değilim. Ama sahip olsaydım, hiçbir şeyin ödlekliğin kökünü kazıyamayacağını söylerdim. Hiçbir duygunun kökünü kazıyamazsınız. Hem hepsi bir yana, ödleklik hayatta kalmanın altın kuralıdır. Fazla ödleklik ölümden beter bir hayat getirir, utanç dolu bir hayat. Evet bu doğru. Ama ödlekliğin kökünü kazımak abartılı bir iddia. Tabanca kullanmayı bilmem, korkusuz biri olacağım anlamına gelmez. Korkak biri olmam da elimde bir silah varsa onu kullanmayacağım anlamına gelmez. Korku cesaret için gereklidir. Aslında bu, herkesin bildiği bir gerçektir. Ama tabi fazlasıyla bariz olduğu için unuttuğumuz gerçeklerdendir. 

Her neyse. Burada, cesur bir insan yaratamazsınız. İnsan neyse odur. Burada, sadece onlara yetenek kazandırırsınız. Silah kullanmayı ve dövüşmeyi öğretirsiniz ama cesaretin ne olduğunu öğretmezsiniz. Burada bize verdikleri tek şey özgüven. Daha fazlası değil. Kimse bir başkasına cesaret aşılayamaz, sadece ona hatırlatır.

Keşke silah kullanmak da bu kadar basit olsa.Derin bir nefes alıp tabancayı tekrar kaldırıyorum. Odaklanmam lazım. Odaklan... Dikkatle nişan alıp tetiği çekiyorum.

Yedinci.

"Hay ben senin gibi silahın..."

"Nişan almadan dene"

Kafamı çevirince Peter'ın bana baktığını görüyorum. Bu beni daha da öfkelendiriyor, neden benim beceriksizliğimle ilgilenmek zorunda ki? Ona kendi işiyle meşgul olmasını söylemek istiyorum ki normalde yapacağım da bu olurdu, tabi söylediği şey tuhafıma gitmeseydi. Tek kaşımı kaldırıp, Drew'un her seferinde, beni dövüşmeye hazırlanan sıska sokak kedilerine benzettiği o ifadeyi takınıyorum (ki hayır gerçekten kedilere benzemiyorum ve üstümde kulağa geldiği kadar komik durmuyor. İnanın bana, sonuçta duvarları boydan boya aynalarla dekore edilmiş bir evde büyüdüm, nasıl göründüğümün farkındayım. Ağabeyim sadece gıcıklık olsun diye... Anlarsınız ya!)

"Pardon?"

"Duymadın mı, nişan almamanı söyledim"

"Çok mantıklı"

Başka yorum yapmadan yine atış pozisyonu alıyorum. Sadece odaklanmam lazım. Daha dikkatli olursam...

"Hayır ben ciddiyim" diyor Peter. "Dikkatini tek bir noktaya o kadar yoğunlaştırma, o kadar kasıntı olma. Nişan alacağım diye şaşı kalacaksın neredeyse. Kendini biraz serbest bırak."

Ve gerçekten de, rahat tavırlarla tabancasını doğrultuyor, bir iki saniye kadar odaklanıyor ve ateş ediyor. Hedefi tam ortasından vuruyor.

"Etkilendim." diyorum dürüstçe. Ama suratına kibirli bir gülümseme yayılınca bunu söylediğime anında pişman oluyorum. Dedim abi, bana göre değil bu işler. "Yine de, sanırım aynısını yapabilirim. Şunu bir daha yapsana"

SIRWhere stories live. Discover now