-XXIII-

31 1 16
                                    

Bir yumruk daha atıyorum. Sonra daha sert. Sonra daha sert bir yumruk.

Her şeyi mahvettim.

Öfke yakıyor. Alevlerin içinizde çıtırdadığını gerçekten hissedebiliyorsunuz. Bir yandan tepeden tırnağa titriyor fakat aynı zamanda yanabiliyorsunuz. Bense ömrümde hiç olmadığım kadar öfkeliydim.

***

Her şeyi berbat etmiştim.

Bütün o iç hesaplaşmalara, varoluş sancılarına, yaptığım bütün o "planlara" rağmen hiçbir şey başaramamıştım işte. Bütün o beylik lafları, bütün o avuntu ve umutlar, hepsi zavallı bir hiçlikten ibaretti şimdi.

Tekdüze adım sesleri yaklaşırken kendimi yarı yıkık bir duvarın arkasına atıyor ve silahıma sımsıkı sarılıyorum. Bu grup da geliyor ve geçiyor.

Deminden beri tuttuğum nefesimi koyuverip önüme baktığımda bir anlığına yüreğim ağzıma geliyor ve kendime hakim olamayıp yana kaykılırken düşmemek için elimle yerden destek alıyorum. Parmaksız eldivenimin yırtıklarından, avuçlarıma kiremit ve cam parçaları batıyor. Suratımı buruşturup normal halime geri dönüyorum. Ayaklarımın dibinde bir ceset varken ne kadar normale dönebileceksem o kadar normale dönüyorum işte. Temkini elden bırakmadan yerimde doğrulup ayağa kalkarken en fazla dokuz-on yaşlarında görünen, gri kıyafetli, dağınık saçları kanla ıslanmış şakaklarına yapışan küçük çocuğun cansız bedenine bakarken kusmamak ya da daha beteri ağlamamak için dudaklarımı sıkıyorum. Buradan gitmek istiyorum ama tek yapabildiğim hipnotize olmuş gibi küçük kızın donuk yeşil-gri gözlerine bakmak. Neden sonra zavallı çocuğun yanında tek dizimin üstüne çöküyor ve kumral buklelerini yüzünden çekip titreyen parmaklarımla gözlerini kapatıyorum. Gözümün ucuna kadar gelen bir damla yaşı çabucak elimin tersiyle siliyorum. Sağ şakağına aldığı sert bir darbeyle ölmüş. Herhalde uyanık olanlardan biri öldürmüş olacak. Başka türlü bir kurşunla ölürdü. Kaşlarımı çatıyorum. Kan henüz o kadar pıhtılaşmamış, rengi de hala açık, yani bu çocuğu öldürenlerin fazla uzaklaşmamış olma ihtimali yüksek.

Kalbim deli gibi çarparken çevremi kolaçan ederek yeniden ayağa kalkıyorum. Burada fazla açıktayım. Topluluksuz mahallelerine gitmeyi düşünüyorum. Belki orada daha güvende olurum. Ayrıca orada saklanacak daha çok yer var. Yıkık veya tamamlanmamış inşaatlar olduğu için değil, zira artık fedakarlık bölgesi de harabeye dönmüş durumda. Sadece, uzunca bir süre kimsenin oraya uğrama zahmetine kalkışmayacağını sandığım için. Orası her zaman için göz ardı edilen bölge. Sonuçta liderleri olmayan insanlar ne halt edebilirdi ki, değil mi?

Civarda kimse görünmeyince fazla ses çıkarmamak için parmak uçlarımda koşarak en yakındaki sokağa dalıyorum. Üç adımda bir çevremi kolaçan ederek yürürken kalbim resmen kulaklarımda atıyor. Öyle ki yakalanırsam, bunun nedeni kalbimin sesini duymaları olacak.

Sokaklarda yürürken sık sık yerde yatan cesetlere rsatgeliyorum. Çoğu gri, bir kısmı siyah kıyafetli cesetlere bakmamaya çalışsam da aralarında tanıdık biri olup olmadığını merak ettiğimden bu konuda kesinlikle başarısızım. Mesela sırtüstü yatan şu çocuğun yüzü tanıdık geliyor, transferlerden biriydi sanırım. Evet evet, şimdi daha net hatırlıyorum, bilgelikten transfer olmuştu. Cesede basmamak için dikkatle üzerinden atlayarak geçerken nasıl öldüğünü merak ediyorum. Neden öldüğünü. O da mı cesurluğa karşı gelmişti yoksa o da mı şeydi... Şey... Adı dilimin ucunda. Kelimeyi hatırlamaya çalıştığımda aklıma matematikle ilişkili bir şeymiş gibi geliyor. Bir de sonsuzlukla bir ilişkisi varmış gibi.

Derken arkamdan yaklaşan ayak seslerini duyduğumda donup kalıyorum. Gelenlerin beni görmemiş olması mümkün değil. Şimdi ne yapmalıyım? Kaçmalı mıyım? Yapamam. Dört adım atamadan delik deşik olurum. Savaşmalı mıyım? Yapamam. Onlar benim topluluğumdan. Onlar benim tanıdıklarım, arkadaşlarım hatta belki de sevdiklerim. O zaman ne yapacağım?

SIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin