-XVIII-

15 2 1
                                    

İlk tepkim hemen kapıyı açıp kendimi gerisin geri yatakhaneye atmak ve çarparak kapattığım kapıya sırtımı yaslayarak gözlerimi sımsıkı yummak oluyor. Çevreme bakmaktan korkuyorum. Karşılaşma ihtimalim olan şeylerden korkuyorum. Güvende olmadığım hissi her yerimi sarıp sarmalıyor. İşler bu şekilde çığırından çıktığında her an her şey olabilir çünkü. Sımsıkı sıktığım dudaklarımın arasından bir inilti kaçarken yavaş yavaş olduğum yere çöküp arkama yaslanarak oturuyorum. Gözlerimi asla açmasam ne olurdu? Buracıkta uyuyakalsam ne olurdu?

Tabi aslında zaten uyumuyorsam. 

Aniden aklıma gelen bu fikirle adamakıllı afallıyorum. Doğru ya, belki de rüya görüyorumdur? Dirseğimi sertçe çimdikliyorum. Belli belirsiz bir acı hissediyorum. Sanki uyuşturulmuş bir yeri çimdiklemişim gibi. Yani, şimdi bu ne demek oluyor? Şaşırsam da gözlerimi kesinlikle açmamak konusunda inat ediyorum.

Yine de ben bunu başarabilecek tipten biri değilim sanırım. Yumuşak ve hareketli bir şey çıplak bacaklarıma sürtündüğünde beni tamamen hazırlıksız yakalıyor ve gözlerimi açıp onun ne olduğuna bakıyorum.

"Aman tanrım, Panter..." Bir an bile duraksamaksızın kedimi kollarımın arasına alıyorum. "Vay canına... Panthy, ne kadar büyümüşsün sen?"

Panter mırlayarak kucağıma yerleşiyor ve ben onun başını okşarken gözlerini kısarak kafasını boynuma sürtüyor. Onu sımsıkı kucaklayarak defalarca öpüyorum "Seni ne çok özledim... Nerelerdeydin? Hey!" onu kendimden biraz uzaklaştırıyorum. "Ama sen ölmüştün" derken sesim gitgide kısılıyor "Nasıl?.."

Panter o çokbilmiş yeşil gözlerini suratıma dikerek mırlıyor.

Birden aklıma bir fikir geliyor. Hala tam emin değilim ama hadi diyelim ki ben rüyadayım, eğer ben bir rüyadaysam ve eğer öldüğünü düşündüğüm kedimi kucağımda tutuyorsam...

"Nane..."

Heyecanla ayağa fırlıyorum. Yatakhane kapısını açıp dışarı çıkıyorum. "Merak ediyorum da..." diyorum kollarıma kurulmuş Panter'e "Sence bu koridor nereye çıkıyor?"

"Mrrr..."

"Anca mırla" diye söyleniyor koridorda yürümeye başlıyorum. Sonra kendime rağmen sırıtıyorum, eskiden, yani o ölmeden önce, bunu Panter'e sık sık söylerdim. Bir dönemece gelene kadar aynalara bakmaktan kaçınsamda orada aynanın tekiyle burun buruna gelmekten kurtulamıyorum.

"Hadi canım!"

Aynada biz varız. Ben ve panter. Ama benim üstümde yine hastane önlüğü var. Suratıma bakınca ne göreceğimi tahmin ettiğim için gözlerimi hızla kaçırdığımda üstümde aslında banyodan sonra giydiğim siyah kıyafetlerimin olduğunu görüyorum. Kaşlarımı çatarak yansımamı bu sefer merakla, süzüyorum. Sağ bileğimde yine bir sargı bezi var. Siyah saçlarım salkım saçak dökülüyor. Geçen seferkiyle tıpatıp aynı. Tek farkı kollarımda bir kedi yavrusu taşıyorum. Cansız bir kedi yavrusu.

Ceset taşıyan bir ceset.

Hadi oradan! Bu yansıma gerçek değil. Bir kere, kollarımda tuttuğum kedi gayet de canlı. Sık sık mırlamasından, sıcacık ve enerjiyle dolup taşan kemiklerinden bunu hissetmemek imkânsız. Ayrıca, o bir yavru kedi değil artık. O büyümüş, erişkin bir kedi.

Bu ayna kesinlikle bizi yansıtmıyor.

Gerçek olmadığını anladığımdan bu yansıma beni artık korkutmuyor. Hatta suratımda çarpık bir gülümsemeyle, çenemi dikleştirip aynaya yeniden bakıyorum. Aynadaki benin lekeli yüzünde de gerçek benin eşi bir gülümseme beliriyor. Saçlarını arkaya atıp çenesini dikleştiriyor. Sadece, pınarlarında kan pıhtılaşmış donuk gözleri hala ifadesiz bakıyor. Bilmiş gülümsemesine rağmen bir körün veyahut da bir ölünün camsı bakışları bunlar. Bir şeyler içimi tırmalar gibi oluyor ama beni eskisi kadar rahatsız etmiyor. Her şeye rağmen, cesedimin yüzü bile bana tuhaf bir şekilde çekici geliyor.

SIRWhere stories live. Discover now