-XXVII (2)-

19 2 2
                                    

Benim için dünya binary sistemiyle yazılmış gibidir. Sürekli 0 ve 1 lerden yola çıkıp şifrelemeler yapmaya çalışan, bilgisayarların dilini taklid eden ineklerden olduğumu söylemeye çalışmıyorum(çılgınca, biliyorum ama gerçekten böylelerini gördüm). Sadece, her şey için iki farklı seçenek vardır. Savaş ya da kaç gibi. İyi veya kötü gibi. Doğru veya yanlış gibi. İki farklı seçenek ve bu farklı seçeneklerin farklı bileşenlerle karıştırılmasından ortaya çıkabilen hibrit seçenekler. Ama sonuçta her şey ikiden başlar ve katları halinde sürüp gider.

Mesela bana göre insanlar iki çeşittir. Benden üstün olanlar ve benden zayıf olanlar. Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrılır. Benden zayıf olanlar; tanıdıklarım ve tanımadıklarım. Tanıdıklarım; benim tarafımda olanlar ve olmayanlar. Benim tarafımda olanlar; beni kullanmak isteyenler ve benim onları kullanmama dünden razı olanlar -Ava onlara parazit derdi. Benden güçlü olanlar, eh onlar boyun eğdiğim insanlardır ama tuhaftır onlar de ikiye ayrılıyor, sevdiklerim ve sevmediklerim. Başka bir deyişle bir gün işler sarpa sardığında yanında duracaklarım veya karşısında duracaklarım.

Şema böyle ikinin katları şekilde artarak ve karmaşıklaşarak sonsuza kadar gidebilir. Ama her zaman hepsini düşünüp karar verecek zamanım yok benim. Düşünceler hareketi kısıtlar. Bu yüzden hepsini şöyle özetliyorum, bu dünyayı ayakta tutan tek olgu çıkar meselesidir. Yani, biriyle ortak çıkarınız vardır ya da yoktur. Şayet varsa da, ya alacaklı ya da vereceklisinizdir. İşler böyle yürür.

Ya da benim için böyle yürüyor. Aynı şey değil mi?

Ava benim bu huyumu sorgusuzca ve tuhaf karşılamadan kabul edebilen tek kişiydi. Bana öyle damdan düşer gibi "kaç kaç?" diye sorduğu an -belli etmesem bile- ne kadar afalladığımı hâlâ unutamam.

Keşke onunla ilgili unutamadığım tek şey bu olsaydı. Ava ile tanışana kadar dünyada değer verebileceğim bir insanın olması fikri ödümü koparırdı. Onunla takılmaya başladıktan sonra bu korkunun üstesinden gelmeye başladığımı sanmıştım. Daha fazla yanılamazdım sanırım.

Son birkaç haftadır onu düşündüğüm anda dövüş pistinde karşı karşıya geldiğimiz zaman aklıma geliyor ve içimi bir sıkıntı basıyor. Aslında gayet iyi niyetle başlamıştım, canını fazla yakmak zorunda kalmadan işi çabucak bitirmeyi planlıyordum. Gözlerindeki tekinsiz bakış aklıma geldikçe şimdi bile ürperiyorum. O bakışı daha önce görmediğimden değil, ilk defa muhatabı ben olduğumdan. Daha erken pes etseydi ne olurdu sanki? Ama hayır, o Ava'ydı, o pes etmezdi. Ölürdü de pes etmezdi. Pes ettiğini sandığınızda bile aslında sadece sizi kandırıyor olurdu. Acayip bir şey değil mi sizce de? Bir yanımın bunu çekici bulmasını engelleyemiyorum. Zaten, engellemek isteyen kim?

Kontrolü tam olarak ne zaman kaybettiğimden emin değilim ama bildiğim bir şey varsa onunla burada karşılaşmak zorunda kalmış olmanın, sıralamada yerimizi sağlamlaştırmaya çalışmanın, Eric'in gözündeki değerimi artırma çabamın ve en önemlisi de ona karşı olan zaafımın yarattığı çelişkilerin üstümde oluşturduğu baskının neden olduğu öfkenin gözümü döndürdüğü için bir noktadan sonra kendimi kaybettiğimdi. En son hatırladığım şey Dört'ün araya girip beni bir kenara çekmesi olmuştu. Eğitmenim bunu dövüş eğitimi boyunca sık sık yapmak zorunda kalmıştı. Her ne kadar ondan zerre hoşlanmasam da bunu sürekli yaptığı için ona minnettardım. En büyük sorunlarımdan biri hızlı öfkeleniyor olmamdı ve öfkelendiğim zaman kelimenin tam anlamıyla kontrolü kaybediyordum, gözüm hiçbir şeyi görmüyordu.

Sonrası... Sonra Ava beni terk etmişti işte.

Ben de öfkemi her şeyden çıkarmaya başlamıştım. Kasıntıdan. Edward pisliğinden. Sonra yine kasıntıdan. Sonra yine kasıntıdan. Bir noktada abartmış olabilir miyim? Hiç sanmam.

SIRWhere stories live. Discover now