-XVIII (devamı...)-

17 2 1
                                    

Marlene ile kafeteryada oturmuş, az önceki eli kaybettiği için yiyecek bir şeyler almaya gitmek zorunda kalan Uri'yi bekliyoruz. Marlene kağıtları toplayıp karıştırırken ben gözlerimi masadaki bir çiziğe dikmiş oturuyorum. Bu çiziği ne bırakmış olabilir? Senaryolar kafamda dönüyor. Bıçak? Çakı? Çatal? Tırnak törpüsü? Kemer? Peki ne yaparken bırakılmış olabilir? Yemek yerken? Şakalaşırken? Ya da... Şey, sanırım bu ihtimali atlayacağım.

Somurttuğum söylenemez ama dalgınım. Yalnız olsam sorun olmaz ama başka türlü, karşınızdaki insan normal biriyse şayet, bundan mutlaka rahatsızlık duyuyor. Merak ediyorum, acaba bunun da insanın evrim tarihiyle bir alakası olabilir mi? Yani birileri önünüzde taşlaşmış gibi oturunca kendinizi zamanla rahatsız hissetmeniz kükreme seslerinin sizi korkutması gibi bir şey mi? Demek istediğim, ömrünüzde hiçbir zaman bir ayı, bir aslan ve benzeri bir kükreyen hayvanla karşı karşıya gelmemiş olsanız bile kükreme seslerinden korkmaya şartlanmışsınızdır bir kere. Evrim bu yönde işlemiştir yani. İnsanların birbirini çekici bulmasının altında yatan faktörlerden birinin gelecekteki çocuklarının hayatta kalma şansını yükseltecek, onların daha sağlıklı ve güzel ve ne bileyim işte, mükemmel olmasını sağlayacak birtakım özellikler olduğunu okumuştum bir yerde. İri göğüslü kadınların erkeklere daha çekici gelmesi gibi mesela, bu çocuğu emzirmekle, sağlıklı bir şekilde büyütmekle ilgili. Evrim bizi şartlıyor. Ya da beynimizi. Aynı kapıya çıkıyor. Beynimizin çekicilik algısı bizim anladığımızdan biraz farklı. Biz göze hitap eden güzellik algısına odaklanırken beynimizin gördüğü şeyler aslında bambaşka. Orantılı bir yüz bizim için kusursuz güzelliği temsil ederken beynimiz bunu üretkenlik olarak algılıyor. En iyi genler. En iyi döller. Tabii bilinçaltımız yüz hatlarından o yüzün geçmişini de analiz ediyor. Bu birey nasıl koşullarda yaşamış, hastalık, yetersiz beslenme gibi olumsuz şartlara maruz kalmış mı? Hep söylerim ya, önemli-olan-iç-güzellik-teselli-felsefesini beynimiz bile pek sallamıyor. Peki, birinin dalgın olmasını beyniniz nasıl algılıyor acaba?

Nihayet o da dayanamıyor, "Hey Ave, senin neyin var?" diyor.

Omuz silkiyorum. "Soruyu açmaya ne dersin Lynn?"

"Alo!" Marlene elindeki kart destesiyle kafama vurduğunda kafamı bile oynatmadan sadece gözlerimi kaldırıp ona dikiyorum. "Artık Lynn ve beni ayırt edemiyor musun?"

"Ne alaka şimdi?"

"Bana aptalı oynama"

"Sana Lynn falan demedim"

"Bunadın mı Ava?" Marlene iç geçiriyor "Az önce..."

"Lynn demedim" diyorum biraz sert bir sesle "Lene dedim, L-e-n-e, hani şu adının son hecesi olan" öyle bir söyleyişim var ki neredeyse kendim bile inanacağım.

Marlene ağzı yarı açık ellerini masaya koyup biraz geriye kaykılıyor "Sen iyi değilsin Ava"

"Ya..."

"Beni ürkütüyorsun"

Gözlerimi deviriyorum. Aslında kıza hak vermiyor değilim. Bu sandalyeye çöktüğümden beri oturuşumu biraz olsun değiştirmedim. Son üç gündür hareketlerim o kadar mekanik ki dışarıdan bakınca içime bir şey kaçmış gibi göründüğümden eminim. Hele bugün daha da beterim. Ama yine de içten içe Marlene'e içerliyorum. Öfkem aniden öyle bir raddeye varıyor ki çığlık atmak istiyorum. Neden bu kadar naif davranıyor? Neden bu kadar aptal davranıyor? Neden insanlara her şeyi açıklamak zorundayım? Madem beni tanıyorlar neden tahmin yürütmüyorlar? Yapabilmeleri gerekmez mi? Yapamıyorlarsa beni rahat bıraksınlar. Yapabiliyorlarsa da rahat bıraksınlar. Herkes beni rahat bıraksın, kimseye tahammülüm yok. Bugün nedense herkes sinirime dokunuyor.

SIRWhere stories live. Discover now