-XXI-

20 1 1
                                    

"Baksana" diyorum şırıngayla uğraşan Dört'e. "Dünkü simülasyondan çıkmam neden bu kadar uzun sürdü?"

Burnundan kaba bir ses çıkarıyor "Bana mı soruyorsun?"

Delinin zoruna bak. Ama bu sefer beni terslemesi umurumda değil, adamakıllı bir cevap almaya kararlıyım "Demek istediğim" diyorum "Aynalı koridordayken uzunca bir süre korku veya panik hissetmemiştim, simülasyonun bu noktada bitmesi gerekmiyor muydu?"

"Simülasyon senin kalp atışlarına tepki veriyor" diyor Dört "Ancak sen tam anlamıyla sakinleştiğinde sona eriyor."

"Evet ama korkmuyordum," diye ısrar ediyorum "durması gerekmiyor muydu?"

Dört gözlerini deviriyor "Ne dediğimi duymadın mı?" diyor ters ters, "Önemli olan kalp atışların. Senin kalp atışların simülasyon boyunca maksimum düzeydeydi"

O şırıngayı boynumdaki bandajın alt kısmında bir yere batırırken aklıma bir fikir geliyor.

Eğer heyecan korku gibi davranıp bilgisayarı yanıltabiliyorsa, korku neden heyecan gibi davranmasın?

Neden olmasın?

Bu hastalıklı bir şey mi bilmiyorum. Bildiğim şey, bugünkü simülasyonla yüzleşmek için fazlasıyla hevesli olduğum. Zihnimin bana göstermek istediği şeyi deli gibi merak ediyorum. Ve teorimi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğimi. Eğer geçen sefer olan yine olacak olursa... Bu şey, hayatımın en muazzam deneyimi olabilir.

Neyse ki fazla beklememe gerek kalmıyor.  

***

Eric'in arkasından hızlı adımlarla yürürken nereye gittiğimizi deli gibi merak etsem de sormuyorum. Simülasyonla ilgili bir şey olup olmadığından korkuyorum.

Simülasyon demişken, sanırım bugün kendimi büyük bir zafer kazanmış sayabilirim. Simülasyondan düne nazaran üç dakika erken çıkmamdan bahsetmiyorum. Bir şeyleri netleştirebilmiş olmaktan bahsediyorum.

Ama bu konudan daha sonra bahsederiz.

Çukurun tepelerine tırmanıyoruz. Hatta asansöre biniyoruz. Nedense durum komiğime gidiyor, şimdiye kadar dışarı çıkmak dışında Eric ile beraber yaptığımız her şey yerleşkenin daha derinlerine gitmekti. Çünkü oradaki koridorlar daha karanlıktı ve kameralar daha seyrekti. Zaten kameralar fazla sorun olmuyordu çünkü Eric neredeyse bütün kör noktaları biliyordu. Sanırım onunla takılmanın en güzel yanlarından biri de buydu. İlk başlarda Eric'le zorla dolaşacak olmamın kabus gibi bir şey olacağını sanmıştım. Tamam, zaman zaman çileden çıkarıcı biri olduğu doğru ama her zaman öyle değil. Ya da benim yanımda böyle davranmıyor. Peter da öyleydi. İkisi de benim yanımda diğerlerinin yanında olduğundan biraz daha farklı davranıyorlardı. Ama davranışları sahte hissettirmiyordu. Yoksa hissettiriyor muydu? Peki bunun bir önemi var mıydı? Önümde geniş adımlarla yürüyen Eric'e bir bakış atıyorum. Ondan gerçekten hoşlanmaya başlamış olabilir miyim? Sanmam. Ama ne yalan söyleyeyim, yanımda olmasını, arkadaşım olmasını isterdim. Yani, tercih ederdim. Ya da... Şimdilik halimden memnunum işte.

Nihayet bir kapının önünde duruyoruz.

"Nereye gittiğimizi sormadın" diyor Eric.

"Sorsam söyleyecek miydin?" diyorum.

Omuz silkiyor ve kapıyı vurup içeri giriyor.

İçeride her ne görmeyi bekliyorsam, bu, o değildi. Kesinlikle değildi.

Burası, bir cesurluk liderinin ofisi. Ayakta duran adamın adının Max olduğunu ilk günden, çatıdan hatırlıyorum. Ama odadaki tek kişi o değil. Mavi resmi kıyafetleri içinde dimdik oturan ve her nedense tanıdık gelen sarışın bir bilgelik kadını ve Peter da burada.

SIRWhere stories live. Discover now