Bölüm Otuz -FİNAL-

3K 289 23
                                    

José Saramago bir keresinde, ''Doğal gereksemeler bizi acımasızca sıkıştırmaya başladığında, duyduğumuz acı, çektiğimiz sıkıntı bedenizimin kaldıramayacağı boyuta ulaştığında içimizdeki hayvan tüm varlığıyla kendini ortaya koyar.'' diye yazmış. Onun haklılığını o an baktığım her yüzde rahatlıkla görebiliyordum. Dostumda, düşmanımda, etrafımdaki herkeste... Çektikleri acının fiziksel olmadığını biliyordum. Her biri uzun zamandır bedenlerinin kaldıramayacağı bir içsel acının içinde boğuluyordu. Beklemek... Onlara acı veren şey buydu. Bazen acıyı beklemek, acıyı tatmaktan daha can yakıcı oluyordu. Bu yüzden yüzlerine yansıyan hayvani iç güdülerini görebiliyordum. Rahatlamışlardı. İşte korkutucu olan buydu: Savaşa kucak açıyorlardı. Ve ben dünyanın en korkutucu sahnesinde bir özneydim. Her şeyin ortasında savaşa kucak açanın mı yoksa savaşı başlatan boruyu üfleyenin mi daha cani olduğuna karar vermeye çalışıyordum.

Regulus, benimle göz teması kuran ilk kişiydi. Gülümsüyordu ve onun gülümsemesi beni hep tedirgin ediyordu.

İlk önce melekler taraflarına geçti. Tarot'un Regulus'un arkasında yerini aldığını görünce büyük bir hayal kırklığı yaşamadan edemedim. Omzumun üzerinden Tasha'ya baktım ve onun da Tarot'a baktığını gördüm. Ondaki hayal kırıklığı elbette daha büyüktü. Ona baktığımı fark ederek bakışlarını bana çevirdi. Gözlerimi kaçırarak yeniden Regulus'a döndüm. Satan, onun tam yanındaydı. Nate de onlardan biraz gerideydi. Dişlerimi sıkmadan edemedim. Oysa Nate, bana bakmıyordu. Andrew ve Sebastiaan, Nate'in yanında yerini aldı. Farmalhaut, Fire ve Lucretia, bir arada duruyorlardı ve henüz taraf seçmemişlerdi. Farmalhaut'un arkasında insanlar ve nefilimlerden oluşan bir grup vardı. Regulus'un insanları kendi tarafına çekmeye çalıştığını biliyordum. Bunu başarıp başarmadığını ise bilmiyordum. Fire, bana baktı ve sonra Regulus'a doğru yürüdü. Yumruklarımı sıkınca tırnaklarım avuçlarıma battı. Farmalhaut, alaycı bir yüzle Lucretia'ya eğildi ve bir şeyler söyledi. Sonra da tıpkı Fire gibi Regulus'a doğru ilerledi. Lucretia, olduğu yerde durmaya devam etti. Benimle göz temasından kaçındığını düşündüm. Derin bir nefes alarak arkama baktım. Gördüğüm şey nefesimi kesti. Regulus'un tarafındakilerden daha çok melek destekçimiz vardı. Hepsi Anael ve Albiel'in arkasında yerlerini almışlardı ve onlar ise benim hemen arkamdaydılar. Anael ve Albiel, yan yana durarak arkama geçmişlerdi. Kalabalığın ön kesimlerinde Lex, Will, Tasha, Antares vardı. En öndeydim. Tüm eklemlerim bir anda ağrımaya başladı. En önde olmak istemiyordum. Albiel'e baktım. Önde olması gereken kişi oydu. Micheal'ın baş savaşçısıydı o, en önde olmalıydı.

Will'in yanına doğru gitmek için adım attım ama Albiel, kolumdan tutarak beni durdurdu. ''Burada durmalısın.''

''Hayır.'' dedim düşünmeden.

''Evet, Clara.'' diye bastırdı.

Nefesimi vererek yutkundum. Yeniden önüme döndüm. Lucretia'nın hala tam ortada olduğunu fark ettim. Regulus, gözlerini ona dikmişti. Lucretia ise hiç kimseye bakmıyordu. Uzunca bir süre düşündü. Süre uzadıkça, herkes gözlerini onun üzerine dikti. Lucretia, sonunda çenesini havaya kaldırdı ve omuzlarını dikleştirdi. Omzunun üzerinden Regulus'a baktı. Hiçbir şey söylemeden yönünü değiştirerek bana doğru yürümeye başladı. Adımları uzun ama yavaştı. Tereddüt duyduğunu düşünmüyordum. Yanımdan geçerken koluma destek verircesine dokundu ve Tasha'nın yanında durdu.

Fire ve Nate'e baktım. Burada olmaları gerekiyordu. Herkes kendi tarafını seçmişken onların da burada olmaları gerekiyordu.

Satan, birkaç adım öne çıktı. Pelerininin başlığı yüzünün büyük bir bölümünü örtüyordu. Sağ eliyle başlığını geriye atarak siyah sürmeyle çevrili parlak mavi gözlerini ortaya çıkardı. Teni her zamankinden daha beyazdı ve simsiyah kıyafetleriyle tezatlık içindeydi. Albiel'e baktığını gördüm. Başını hafifçe sağa yatırdı ve çarpık bir şekilde güldü. Albiel'in sert tepkisini bilmem için arkama dönmeme gerek yoktu. Satan'la ilgili hikayeyi biliyordum. Herkes biliyordu. Şeytan, savaş sırasında on başlı bir ejdere dönüşürdü. Bu ne bir efsaneydi ne de mecazi bir anlatım. Dünya üzerinde yaratıklar vardı ve Satan da onlardan biriydi. Pelerininin etekleri dalgalanmaya başladı, oysa hiç rüzgar yoktu. Sabah güneşi tam onun üzerinde duruyordu. Arkamdaki melekler arasında hiçbir hareketlilik olmadı. Hepsi onun dönüşümünün engellenemeyeceğini biliyordu. İşin doğrusu engellemek de istemiyorlardı zaten. Satan'ın saçları da dalgalanmaya başladı. O an sadece onun etrafında oluşan bir rüzgar olduğunu gördüm. Rüzgar onu yavaş yavaş havaya kaldırmadı. Dönüşümü çok daha hızlı ve basitti. Yükselişi birden gerçekleşti. Göz açıp kapayıncaya kadar... Yüzlerce metre yüksekteydi ve havada asılı durmuyordu, uçuyordu. Artık farklı görünüyordu. Anlatılanlarda hiçbir abartı yoktu. Bir ejderhaydı ve on tane başı vardı. Beni en çok ürkütense gözlerinin hala aynı olmasıydı. Üstelik artık bir çift değil on çifttiler. İnsan halinden daha çok aşina gibiydi bu haline. Çok daha rahattı.

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now