Bölüm On Üç

3.4K 299 11
                                    

  Eğer sabaha karşı dörtte kendi isteğinizle ve tek başınıza uyanıksanız, hayatınızda gerçekten kötü giden bir şeyler var demektir. İlk kez sabahlıyor değildim ama ilk kez zaman bu kadar yavaş geçiyordu. Bu yıkık dökük deponun içi karanlık olsa da dışarıda güneşin doğduğunu hissedebiliyordum. Sırtımı yasladığım duvar soğuktu. Üzerimi örten ince battaniyeye baktım ve daha sonra battaniyeyi yavaşça kenara atıp dizlerimi birleştirdim. Etrafımda uyuyanların yavaş yavaş nefes alışlarını duyuyordum. En yakınımda Nate vardı. Gözleri kapalıydı ama onun uyumadığını biliyordum. Saatlerdir uyuyormuş gibi yapıyordu ama uyumadığını çok iyi biliyordum. Yine de onunla konuşmak veya uyuyor numarasını bölmek istemedim. O da aynı şeyi istiyordu. Onunla en son ne zaman konuştuğumu hatırlayamadım. Bir an Nate’i tamamen unutmuş gibi hissettim. Onun varlığını, beni sevdiğini, sesini, dokunuşunu, ellerini… O, benim sevgilim diye düşündüm. Öyleydi. Bunun değişmediğini umdum. Ortada bunu değiştirecek bir şey olmasa da değişmiş olacağından korktum. Vicdan azabı olabilirdi belki de. Ona karşı büyük bir vicdan duyuyor olmam çok mantıklıydı. O, her şeyiyle yanı başımdayken ben içten içe hep Andrew’u istemiştim. Sorun buydu. Hiç hak etmeyen birine tüm sevgimi vermeye hazırken bana tüm sevgisini vermiş birine haksızlık etmiştim. Bir an oturduğum yerden kalkıp Nate’e sarılmak istedim. Ama yapamadım. İşin doğrusu onu hak ettiğimi düşünmüyordum. Hiçbir zaman hak etmemiştim. Fark ettiğim diğer şeyse onu sevmiyor olmamın bahanesi olarak onu hak etmediğimi düşünüyor olmamdı. Ki bu daha kötüydü. Onu sevmek istiyordum. Demek istediğim, onu seviyordum ama aşık değildim. İstediğim şey ona körkütük aşık olmaktı. Sürekli yanında olmayı istemek, yanında olmadığımda sürekli onu düşünmek istiyordum. Yüzüyle ilgili en küçük bir ayrıntıyı unuttuğumda kendime sinirlenmek istiyordum.  Sırf biraz daha sesini duyabilmek için onunla konuşmayı istiyor olmak istiyordum. Sadece adını duyduğumda bile heyecanlanmak istiyordum. Ama bunların hiçbirini Nate’e karşı hissetmiyordum. Ben bunları sadece Andrew’a karşı hissetmiştim ve bu kendimden nefret etmeme sebep oluyordu. Uzun bir süredir hayatımın her dönemi vicdan azaplarıyla doluydu. Ve bunu değiştirmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu çünkü bunu değiştirmek demek kendi benliğimi, kendi hislerimi değiştirmek demekti ki bunu yapabilecek güçte değildim. Nate’e bakmak canımı acıtıyordu. Sessizce nefesimi verdim. Başımı başka yöne çevirdim. Ama daha sonra Nate’in sesini duydum.

  ‘’Garip değil mi?’’ diye sordu. İlk başta cevap veremedim. Uyanık olduğunu bildiğimi biliyordu. Nate’le ilgili güzel olan şeylerden biri buydu. Beni anlayabiliyordu. Her konuda. Bu kendimi daha da suçlu hissetmemi sağladı. Yattığı yerde doğruldu ve etrafta yerlerde yatan insanlara kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. Birbirine karışmış koyu sarı saçlarını karıştırdı. Kalkarak yanıma geldi ve benim gibi duvara yaslandı. ‘’Yeni bir günün neler getireceğini asla anlayamıyorsun.’’ Duraksadı ve gözleriyle yüzümü süzdü. ‘’Yeni bir güne uyanmaktan korktuğum için uyuyamıyorum.’’

  ‘’Ben de.’’ diye cevap verebildim ona. Bu sefer ben onun yüzünü süzdüm. Solgun görünüyordu ve torba torba olmuş gözaltları kırmızıdan mora dönmüştü. En son ne zaman uyuduğunu merak ettim. ‘’Sana bir şey sorabilir miyim, Nate?’’ Nate, başını aşağı yukarı salladı. ‘’Neden beni seviyorsun?’’

  İlk önce duraksadı. Beklemediği bir soru sormuşum gibi afalladı. Sonra dudak büzdü. ‘’Çok basit aslında, sadece tek bir his ile ilgili. Ne zamandır böyle hissediyorum hatırlamıyorum ama birden seni sanki hayatım boyunca sevmişim gibi hissetmeye başladım. Sana aşık olmak hem anidendi hem de çok uzun bir süreçti.’’ Duraksadı ve bana baktı. Daha fazlasını istediğimi biliyordu. Daha fazlasını duymaya ihtiyacım olduğunu biliyordu. ‘’Sevdiğin bir şeyden bahsederken gözlerin parlıyor, sinirli olduğunda alnında bir atar damar atmaya başlıyor, güldüğünde iki dudağının kenarında da çok küçük çukurlar oluşuyor. Sanırım seni sevmem bu detayları fark etmemle başladı. Ve en önemlisi, Clara, tanıdığım en güçlü kişi sensin.’’

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now