Bölüm On

2.8K 317 12
                                    

Sınav haftası olduğu için biraz kısa oldu ama bekletmemek için yazabildiğim kadarını ekledim, iyi okumalar :DD

...

 İlk hissettiğim şey güneş oldu. O kadar parlak ve sıcaktı ki istemsizce gözlerimi yumdum. Birkaç saniye sonra tekrar yavaşça açtım. Gözlerimin ışığa alışması biraz uzun sürdü. Gördüğüm ilk şey yüksek bir şelaleydi. Şelale, dar bir nehirle birleşiyordu. Nehrin kıyısındaki çimenlik alanın üzerinde olduğumu fark ettim. Biraz ilerideki yüksek ağaca doğru ilerleyerek onun gölgesinde durmaya başladım. Askılı, uzun bir beyaz elbise vardı üzerimde ve ben her yürüdüğümde etekleri çimenlerin üzerine dolaşıp, onları hışırdatıyordu.

  O ağacın gölgesinde ne kadar süre kaldığımı bilmiyordum. Sırtımı ağacın gövdesine yaslamıştım ve tek duyabildiğim şelalenin gürlemesiydi. Ama sonunda oraya nasıl geldiğimi sorgulamayı akıl edebildim. Etrafa bakındım. Birini gördüm. Adam, kısa adımlarla bana doğru yürüyordu. Onu hatırlıyordum, Regulus’un Melek Çemberi’ndeydi. Anael.

  Anael, uzun kahverengi saçlarını eliyle geriye itti. Aramızda yaklaşık on santimlik mesafe kalınca durdu. Mavi gözlerini, üzerimde gezdirdi. ‘’Abel, seni sorgulayacaktı.’’ dedi kısaca.

  ‘’Ne?’’ diye karşılık verebildim sadece. Abel… O ismi de hatırlıyordum. O da çemberdeydi. Her zaman deri kıyafetler giyen bir kadındı. Görevini hatırlamaya çalıştım. Sorgulamak… Cennetteki ruhları sorgulamak… ‘’Abel neden beni sorgulayacak?’’ diye sordum. ‘’Neredeyim ben?’’

  Anael, hafifçe güldü. Arkadaş canlısı bir gülüş değildi. ‘’Hiç kimse ilk önce hatırlayamaz.’’ dedi.

  Yere baktım ve düşünmeye başladım. Andrew’un altın rengi bıçağının parıltısını hatırladım. Tekrar Anael’e baktım. ‘’O gerçek miydi?’’ diye sordum. ‘’Andrew’un beni…’’

  Anael, başını salladı. ‘’Fazlasıyla gerçekti. Can yakıcıydı, değil mi? En yakınındakinin ihaneti…’’

  Duraksadım. ‘’Ben… Öldüm mü?’’

  Anael, omuz silkti. ‘’Hayat, sürprizlerle dolu değil mi?’’ dedi soğukkanlı bir alayla. ‘’İyi tarafından bak. Artık sürpriz yok. Ölüler, şaşırmazlar.’’

  Zorlukla yutkundum. ‘’Yapmam gereken şeyler vardı…’’ diye çıkıştım.

  ‘’Evet, bize karşı durmak gibi.’’ dedi. Ona karşılık vermedim. Bana doğru iki adım daha attı. ‘’Onayepheton, seni kurtarmak istedi.’’ diye fısıldadı. ‘’Seni hayata döndürmek istedi.’’

  Nefesimi tutmuştum. ‘’Artık istemiyor mu?’’ diye sordum düz bir ses tonuyla.

  Anael, başını sağa sola salladı. ‘’Artık isteyemez. Onayepheton, öldü.’’

  Sözlerini sindirmek için bir süre duraksadım. ‘’Ne? Nasıl?’’

  Anael, başını geriye atarak birkaç adım geriledi. ‘’Ben öldürdüm.’’ dedi gündelik bir konudan bahseder gibi. ‘’Bir melek öldüğü zaman, yok olur. Onayepheton’a olan buydu, yok oldu. Sense buraya geldin. Sürprizlerle dolusun, Clara Vespasiano.’’

  Burnumun sızladığını hissettim. ‘’Şimdi ne olacak?’’ diye sorabildim sadece.

  ‘’Clara…’’ dedi derin bir ses tonuyla. ‘’Farkında bile olmadığın şeyler var.’’

  ‘’Ne gibi?’’

  Bir süre düşündükten sonra dudaklarını yaladı. ‘’Tarot ve yandaşları bu savaşı kazanamayacak. En küçük bir şansları bile yok. Onlar, senin düşündüğün gibi değiller. Satan’dan bile daha şeytaniler. Onlar, Regulus’u yenmek istemiyorlar. Regulus’un sahip olduklarına sahip olmak istiyorlar. İki tarafın da istekleri aynı.’’

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now