Bölüm On Sekiz

3.1K 306 14
                                    

  Bazı anlar vardır, hayata gerçekten dokunabildiğiniz.

  Bir eli tutarsınız mesela, veya bir çiçeği.

  Bir şarkı dolar bazen kulaklarınıza, bazen de bir kahkaha.

  Dans edersiz belki, belki de sadece düşünür ve farkına varırsınız bir şeylerin.

  Nasıl olduğu fark etmez. Bazı anlar, diğerlerinden daha önemlidir. Belki dünyanın geri kalanı için hiçbir anlam ifade etmezler ama bilirsiniz ki birileri için asla unutulmayacak kadar önemli olurlar.

  Orada, onların o anını önemli kılan şey aşktı. Faye ve Lex dışında hiç kimse için bir önem teşkil etmeyen çok değerli bir andı.

  Faye, elindeki siyah, sırt çantasına önceden hazırlanmış yiyecekleri kısmen dikkatli kısmen baştan savma bir şekilde yerleştirirken Lex, birkaç adım ötede sırtını duvara yaslamış halde oturarak ve ara sıra sigarasından nefesler çekerek Faye’i izliyordu. Faye’in kızıl saçları yüzüne düştü ama o, saçlarını geriye atma gereği bile duymadan çantaları toplamaya devam etti. Bir süre sonra başını kaldırarak buz mavisi gözlerini Lex’e dikti. Göz göze geldiklerinde Lex, sigarasını tutan elini alnına götürerek gülümsedi. Faye, gülmedi.

  ‘’Aklından yardım etmek gibi bir düşünce geçiyor mu?’’ diye sordu iğneleyici bir sesle.

  Lex, kısık sesle güldü ve sigarasını yere atıp söndürerek, dağınık kıvırcık saçlarını karıştırdı. Sonra ayağa kalkarak Faye’in yanına gitti, elindeki çantayı alıp yere bıraktıktan sonra genç kızı ayağa kaldırdı. ‘’Rahatla biraz. Birkaç dakika ara ver.’’

  ‘’Buradan bir an önce ayrılmalıyız.’’ diyerek karşı çıksa da Lex’in hareketlerine uydu.

  Lex, ellerini Faye’in beline doladığında Faye de Lex’in boynuna dolayarak başını onun göğsüne gömdü. Yoğun tütün kokusuna yüz buruşturmayı uzun zaman önce bırakmıştı. ‘’Ne kadar küçüksün.’’ dedi Lex, Faye’in sözlerini umursamayarak. Faye, nefesini burnundan vererek ona karşı çıkmaya hazırlanınca Lex, yeniden konuştu. ‘’Çok güzel.’’ diye ekledi.

  Oldukları yerde sallanmaya başladılar. ‘’Müzik olmadan dans mı edeceğiz?’’ diye sordu Faye.

  Lex, Faye’i rahatsız etmemeye özen göstererek boynunda asılı duran yüzüklü kolyeyi kulağına götürdü. ‘’Benim müziğim var.’’

  Faye, aynısından kendisinde de olan kolyeye kısa bir bakış attı ve sessizce gülerek başını Lex’in göğsüne daha çok bastırdı. ‘’Evet, benim de.’’ dedi. Bunu, birkaç dakikalık sessizlik takip etti. ‘’Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?’’ diye sordu Faye, başını Lex’in göğsünden kaldırmadan. ‘’Önemsemediğini düşünmüyorum. Önemsediğini biliyorum. Ama nasıl bu kadar rahat davranabiliyorsun? Çok zor olmuyor mu?’’

  Lex, cevap vermeden önce uzun uzun düşündü. En başından beri Andrew’la yaşadıklarını düşündü. Uzun yıllarının nasıl geçtiğini… Savaş kelimesinin ilk kez ortaya atıldığı zamanları ve sonrasında yaşanan çılgınca şeyleri… Ve Faye’i… Faye’i ve mührünü kırmak için kendi içinde verdiği savaşı… ‘’Elbette önemsiyorum.’’ dedi kısaca. Yeterli olmadığını fark ederek konuşmaya devam etti. ‘’Ama umursamamak daha kolay, çok daha az yorucu. Değiştiremeyeceğimiz şeyler var, Faye. Olmuş ve bitmiş şeyler, umursayarak değiştiremeyeceğimiz şeyler…’’

  Faye, başını kaldırdı ama kollarını Lex’in boynundan çekmedi. ‘’Bizi umursuyor musun?’’ diye sordu.

  ‘’Bunu sana daha ne kadar kanıtlayabilirim?’’

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now