Bölüm Üç

4K 348 35
                                    

 Bu kitaptaki bölümleri diğer kitaptaki bölümlere göre daha uzun tutucam o yüzden de 30. Bölüm'de final olacak :))

  İyi okumalar :))

   M.Ö 9. Yüzyıl

  Will, nefes alışlarını düzene sokmaya çalıştı. Gözlerinin etrafı kısılmıştı ve dudaklarını sinirle birbirine bastırıyordu. Öfkeyle aldığı derin nefesler yüzünden göğsü bir iniyor bir kalkıyordu. Onu tepkisiz bir ifadeyle izleyen babasına baktı. ‘’Bunu yapmak zorunda değildin.’’ dedi dişlerinin arasından.

  Regulus, hafifçe omuz silkti. ‘’Bu seni ilgilendiren bir şey değil.’’

  Will’in göz bebekleri büyüdü ve yumruklarını sıktı. ‘’O benim annemdi!’’ dedi yüksek bir ses tonuyla.

  Regulus, Will’in ses tonundan rahatsız oldu. ‘’Bana karşı mı çıkıyorsun, William?’’

  Will, yumruklarını daha sert sıktı. Öfkesine hakim olmaya çalıştı. Ama bu kez yapamadı. Gözlerini yeniden kıstı. Regulus’a doğru bir adım attı. ‘’Bunu yapmamalıydın.’’ dedi. ‘’Ona zarar vermemeliydin.’’ Ses tonu bu kez daha sakindi.

  ‘’Bu sonu hak etti. Annen yaptığının cezasını çekti.’’ Regulus, sıradan bir konudan bahseder gibi konuşuyordu.

  Will, birkaç hızlı derin nefes aldı ve kendinden hiç beklemediği bir hızla kıyafetinin kenarından sarkan bıçağını çekerek Regulus’a fırlattı. Regulus’un başı, yaslandığı beyaz duvara çarptı ve hem kafasından hem de bıçağın deldiği turuncu kıyafetinden koyu renk kan akmaya başladı. Koyu kahverengi gözleri şaşkınlıkla büyüdü ve dudakları birkaç kez aralansa da nefesi kesildi ve konuşamadı. Will, ona öfkeyle bakmaya devam ediyordu. Zorlukla yutkundu ve babasıyla arasındaki beş adımlık mesafeyi kapattı. Regulus, bazen titreyerek gözlerini kırpıyordu ama hala hayatta olduğuna inanmak zordu. Will, birkaç saniye ifadesiz bir yüzle ona baktıktan sonra yine ifadesiz bir şekilde tam isabet ettirdiği bıçağını çekti ve Regulus, yere düştü. Bıçağın üzerindeki kanı temizleme gereği bile duymadan yerine taktı ve yavaş adımlarla kulübe şeklindeki evden çıktı.

  Öğle vaktiydi ve güneş tam tepede parlıyordu. Will, renkli çiçekleri ezerek büyük bir ağacın gölgesine oturdu ve sırtını da kalın gövdesine yasladı. Ağlamak istiyordu. Annesini kaybettiği için mi yoksa babasını öldüren bir katile dönüştüğü için mi bilmiyordu. Sadece ağlamak istiyordu. Ama ağlamayacaktı. Birkaç derin nefes alarak yutkundu ve sonra gözlerini kapatarak başını geriye attı. Güneşin sıcaklığını teninde hissedebiliyordu.

 

  Kulübenin kapısı açıldığında Regulus’un kanı yerin büyük bir kısmına yayılmıştı ve içeriye boğuk bir koku dolmuştu. Satan, çıplak ayaklarıyla yürüyerek Regulus’un yanı başına geldi. Siyah sürmenin sardığı mavi gözleri uzunca bir süre etrafı süzdü. Yere eğildiğinde siyah kıyafetine kan bulaşmıştı. Bembeyaz renkteki ellerini Regulus’un gergin alnına koydu. Bir anda grigori meleğinin vücudundaki tüm damarlar bir saniyeliğine belirginleşti ve sonra göz kapakları açıldı. Çok uzun süre nefessiz kalmış gibi sesli ve derin bir nefes aldı. Satan, yüzünü Regulus’un yerdeki yüzüne yaklaştırdı.

  ‘’Artık bana bağımlısın.’’ dedi Satan. ‘’Bir gün birlikte yükseleceğiz.’’ Her bir kelimesinin üzerine bastırıyordu. Yüzünde hafif çarpık bir gülümseme belirdi. ‘’O günü bekle.’’

  Satan yok oldu. Uçmadı, rüzgarların arasında kaybolmadı. Sadece yok oldu.

 

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu