Bölüm Dokuz

3K 320 18
                                    

    11 Yıl Önce…

  Babalar ve oğulları arasındaki ilişkiler, her zaman zorlu olmuştu. Andrew, bunu birinci elden tecrübe etmişti. Stephen Carinus, asla yılın babası olamadı. Andrew, on altı yaşına kadar kendi düşüncelerinden bile korktu. Babasının düşüncelerini duyabileceğinden korktu.

  Andrew, karanlık odanın köşesinde, sırtını duvara yaslamış halde duruyordu. Siyah saçları, yeni olgunlaşmaya başlamış yüzüne düşüyordu. Gri gözleri, zoraki görebildiği babası, Lex ve Şehirli adamın üzerinde geziniyordu. Kırklı yaşlarındaki Şehirli, duvarın dibine çökmüştü. Yüzü ve saçları terden sırılsıklamdı. Stephen, elini Lex’in omzuna koydu. Küçük Lex’in yüzünü uzun, kıvırcık saçları gölgeliyordu. Andrew, onun korku ve endişe yüzünden nefes nefese kaldığını hissedebiliyordu.

  Stephen, gözlerini kıstı ve adama bakmaya devam ederken Lex’le konuştu. ‘’Ondan bilgi alabilmenin tek yolu, onun canını yakman, Alexander.’’ Lex, babasına karşılık vermedi. Stephen, gözlerini ona çevirdi. ‘’Ona Şehir’deki cadılarla ilgili bir şey sor. Hemen.’’

  Lex, güçlükle yutkundu. Şehirli adamın koyu renk gözlerine baktı. Alnından akan ter damlaları, karanlıkta parlıyordu. ‘’Bize cadıların şu an ne yaptıklarıyla ilgili bilgi ver.’’ diye emretti cılız bir sesle.

  Adam cevap vermedi. Stephen, sinirle nefesini verdi. Çenesi kasılmış, alnında çizgiler oluşmuştu. Lex’in omzunda olan elini sıktı. Lex, omzunun acısı yüzünden yüzünü ekşitti ama duruşunu bozmamaya çalıştı. ‘’Biraz erkek ol, Alexander!’’

  Lex, tekrar yutkundu. Cılız vücuduna anlık bir titreme yayıldı.

  Andrew, duvara yaslanmayı bıraktı ve hızlı adımlarla onların yanına gitti. Lex’in omzunu sıkan Stephen’ın koluna dokundu. ‘’Bunu yapmaya mecbur değil.’’ dedi. Babasına karşı çıktığı nadir anlardan biriydi.

  Stephen’ın yeşil gözleri Andrew’a döndü. Andrew, istemsizce bir adım geriledi ama Stephen da onun adımlarını takip etti. ‘’Ne dedin?’’

  Odaya bir anda bir sessizlik yayıldı. Bu sessizliği bozan tek şey Şehirli adamın hızlı nefes alışlarıydı. ‘’Ben…’’ diye başladı Andrew. Başıyla yere çökmüş adamı işaret etti. ‘’Onunla ben de konuşabilirim. Lex, bunu yapmaya mecbur değil.’’ Duraksadı. ‘’Eğer sen de uygun görürsen, tabi.’’ Babasının gözlerinin içine bakmamaya özen gösteriyordu.

  Stephen, Lex’e döndü. ‘’Çık dışarı!’’ dedi. Lex, ilk önce öylece durmaya devam etse de sonradan Andrew’la göz göze geldi ve Andrew’un başıyla ona çıkmasını işaret etmesinin ardından ağır adımlarla dışarı çıktı. Stephen, yeniden Andrew’a döndü. Bir süre sadece onu süzdü. Sonra çok ani bir hareketle Andrew’a tokat attı. Andrew, başta dengesini kaybedecek gibi olsa da sonra durmayı başardı. Sağ yanağı kıpkırmızı olsa da elini hiç oraya götürmedi. ‘’Şimdi neden benim lafıma karşı çıktığını anlat, Andrew.’’ dedi sakin bir sesle.

  ‘’O, sadece sekiz yaşında. Şimdiden bunları yaşamak zorunda değil.’’

  Stephen, başını sağa yatırdı. ‘’İlk kez birini öldürdüğünde kaç yaşındaydın?’’ Andrew, babasının sorusuna cevap vermedi. Onun yerine Stephen, kendi sorusunu cevapladı. ‘’Yedi.’’ dedi kısaca. Yeniden Andrew’un üzerine doğru yürümeye başladı. Andrew, bu kez gerilemedi, olduğu yerde durmaya devam etti. Stephen, Andrew’un mavi renkli tişörtünün yakasını tuttu. ‘’Eğer bir daha beni sorgularsan ve Lex’le olan iletişimime karışırsan az önceki tokattan daha fazlasını alırsın.’’ Andrew’un tişörtünü bıraktı ve iki adım geriledi. Yan gözle yerde oturan adama baktı ve sonra kapıya doğru yürüdü. ‘’Öldür onu.’’ dedi sakince çıkmadan hemen önce.

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now