Bölüm On Dört

3.2K 309 19
                                    

  ‘’Asla gitmeyeceksin, değil mi? Ben seni kovsam bile sen asla gitmeyeceksin.’’

  Faye, omzunun üzerinden sarkan Lex’in eline dokundu. Sözlerinde soru iması var mıydı yok muydu kendisi de bilmiyordu. Ama Lex, cevap vermek istedi. ‘’Hayır.’’ dedi kısaca.

  Faye, hafifçe gülerek Lex’in eline dokunmaya devam etti. Bir kaldırım taşının üzerinde oturuyorlardı. Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkında değillerdi. ‘’Bir savaşın içindeyiz ve bizim derdimiz birbirimiziz. Garip değil mi?’’

  ‘’Derdim olmanı seviyorum.’’

  ‘’Ya sana zarar verirsem? Ya o aptal büyü sana zarar verirse?’’ Faye, bunu sormasının kendi sevgisinden şüphe etmekle aynı anlamda olduğunu fark edince dudağını ısırdı.

  Lex, buna içerlemiş gibi görünmüyordu. ‘’Başka bir seçeneğimiz daha var. Belki de zarar vermez. Belki de seni Amazon olmaktan ben kurtarmış olurum.’’

  Doğruydu. Belki de… Faye, Lex’i seviyordu. En azından öyle düşünüyordu. Ama o, aşkın ne olduğunu bilen biri değildi ki… Asla emin olamıyordu. Belki de, diye düşündü. Belki de bu aşktı ve Lex, onu ettiği yeminden kurtaracak kişi olacaktı. Bir an için bazı şeyler komik geldi. Andrew da ona böyle bir söz vermişti. Onu kurtaracağına söz vermişti. Faye de diğerleri gibi Andrew’a güvenerek ne kadar büyük bir hata yaptığını kendine hatırlatıp duruyordu. Lex’e baktı. Faye, onun gözlerinin yeşilini çok sevdiğini fark etti. Sevilmeyecek gibi değil, diye düşündü. Lex’in yüzünü ezberlemeye çalıştı. Kıvırcık saçlarının örttüğü alnını, uzun kirpiklerle çevrili yeşil gözlerini, çıkık elmacık kemiklerini, çenesinde ve yanağının alt kısımlarında hafiften çıkan sakallarını süzdü. Ağabeyin yüzünden, diye düşündü Faye. Ağabeyi yüzünden Lex’e tam olarak bağlanamıyordu belki de. Sonuçta onlar kardeşti. Andrew ihanet ettiyse Lex neden etmesin ki? Andrew gittiyse Lex neden gitmesin? Ama az önce gitmem dedi. Hiç gitmedi. Faye, bunu ölçmek istemişti belki de. Ona güvenip güvenemeyeceğini anlamak istemişti… Hayır. Bu yüzden değildi. O kendini ölçmek istemişti. Faye’in güvenmediği kişi tam olarak kendisiydi. ‘’Ya ben gidersem?’’ diye sordu Faye. ‘’Her an gidebilirim, biliyorsun.’’

  Lex, hafifçe omuz silkti. ‘’Kalabilme ihtimalini seviyorum.’’

  Faye, nefesini verdi. ‘’Bazen beni sinirlendiriyorsun.’’

  ‘’Neden?’’

  ‘’Çünkü gereğinden fazla naziksin bana karşı.’’

  Lex, güldü. ‘’Özür dilerim.’’

  Faye de güldü. Bir süre duraksayarak düşündü. Sonra da başka bir konuya geçti. ‘’Neden bunu yaptıklarını biliyor musun? Bizi diriltmeleri, Clara’nın ölmesine izin vermemeleri, Andrew’un ihaneti, Lucretia… Ve diğer her şey… Bunları neden yaptıklarını biliyor musun?’’

  Lex, yutkundu. Andrew’un ihaneti sözleri kafasının içinde birkaç kez tekrarladı. Bazen hala bunun bir oyun olduğunu düşünüyordu. Andrew’un oynadığı oyunlardan biri daha… Ama sonra o bile bu kadar ileri gidemezdi, diyordu. Gidemezdi. Andrew, sizi bir daha asla hayal kırıklığına uğratmayacağım demişti. Lex, buna inanmıştı. Herkes inanmıştı. Andrew, gitti. Geri kalan şeyler silikleşti. Andrew, gitmişti. Faye’e bu kadar sıkı tutunmasının sebebi Andrew’du belki de. Onun da gitmesine izin veremezdi. ‘’Neden?’’ diye sordu.

  Faye, dudaklarını yaladı ve gözlerini yeniden Lex’in eline çevirdi. ‘’Trajedi istiyorlar. Melekler… Kimin tarafında olursa olsunlar bizim bir trajedinin içinde olmamızı istiyorlar. Kimisi trajedinin bizi güçsüzleştireceğini kimisi de güçlendireceğini düşünüyor. Biz trajediyiz. Trajedi olmadan hiçbir savaş, savaş sayılmaz. Biz kendi komedi dramımızda boğulurken melekler bizi izleyecek. Onlar, melek… Hiçbir zaman onlar için önemli olmadık. Onlar sayesinde var olduk, sonra onlar sayesinde yok olduk ve daha sonra onlar sayesinde yeniden dirildik. Daha kaç kez bizimle oyun oynayacaklar bilmiyorum. Ama onlar için buyuz. Sadece bu… Onlar kendi savaşlarını verecekler. Biz de kendi savaşımızı… Ama bizim savaşımız bizi yok ederken onlar kazanacaklar.’’

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now