Bölüm Sekiz

3.4K 319 19
                                    

  Hayatımız boyunca ne kadar çok seçim hakkımızın olduğunu düşündüm. Sevdiğimiz müzik tarzı, sevdiğimiz yiyecekler, sevdiğimiz filmler ve kitaplar, arkadaşlarımız ve düşmanlarımız, saçlarımızı kısa veya uzun kullanmamız, okula veya işe giderken kullandığımız yollar, toplu taşıma aracı kullanıp kullanmamak, sigara içmek veya içmemek, sessiz kalmak veya içimizdeki her şeyi dökmek… Her seçim önümüzdeki yolu belirliyordu. Başımızı sağa veya sola çevirmek bile ölümle yaşam arasındaki bir çizgi olabilirdi. Hayat bir seçimdi. Bu hayata gelmek bizim elimizde olmayabilirdi ama bu hayatı yönetmek bizim elimizdeydi. Çok kolay değildi. Özellikle bunu fark ettikten sonra yeniden seçim yapmaya devam etmek hiç kolay değildi. Ama mecburduk.

  Sağdaki plağı seçtim. Şu an için kolay bir seçimdi. Üzerinde kime ait olduğu yazmayan iki plaktan sağdakini pikaba yerleştirdim. İlk kez bir pikaba takılı bir plaktan bir şarkı dinleyecektim. Sihrin gerçek olduğunu biliyordum. Sihir, beni şu anki halime getirmişti. Tenime yağmur damlaları düşmesini sağlamıştı. Ve şimdi beni bir şarkının içine koyacaktı.

  Beyaz çarşaflı yatağıma uzandım. Plaktaki ilk şarkı çalmaya başladığı anda güneş odamın penceresinin tam tepesine geldi ve kısa kollu tişörtümün açıkta bıraktığı kollarıma değdi.

  Şarkının nakarat bölümü sürekli tekrarladı.

  Sadece bir günlüğüne kahraman olabilirdik.

  Neden bilmiyorum ama aklıma bir filmde duyduğum bir replik geldi. Filmdeki falcı bir kadının söylediği bir söz…

  Binlerce yıl önce yıldızlar patladı ve dünyayı şu anki haline getirdiler. Bildiğimiz her şey yıldız tozundan. Yani unutmayın, siz de yıldız tozusunuz.

  Bir günlüğüne yıldız tozundan bir kahraman olabilirim, diye düşündüm. Hepimiz olabilirdik. Belki de buna inandığımız anda yıldız tozundan bir kahramana dönüşecektik.

  Şarkı bitti. Ama etkisinin geçmesi çok daha uzun sürdü. Birisi sertçe kapımı yumruklayana kadar yatağımın üzerinde yatmaya devam ediyordum. Sonra nefesimi vererek ağır adımlarla kapıya ulaştım. Omzunu kapı pervazına yaslamış Will’le göz göze gelebilmek için başımı kaldırmak zorunda kalmıştım.

  Kollarımı göğsümde birleştirdim. ‘’Ne?’’ dedim aksi bir şekilde.

  ‘’Beni böyle mi karşılıyorsun, tatlım?’’ dedi neşeli bir sesle beni iterek içeri girdi. Gözlerimi devirdim ama karşı çıkmadan kapıyı yeniden kapatarak ona döndüm. Bir süre odanın içinde gezindi.

  ‘’Senin ilgilenmen gereken herhangi bir şey yok muydu?’’

  Will, birkaç saniye boyunca elini pikabın üzerinde gezdirdikten sonra bana döndü. Yüz ifadesi ilk kez ciddiydi. Ki buna ilk kez şahit oluyordum. Mavi-yeşil gözleri kısıldı ve bir süre beni süzdü. ‘’Burada güvende olmadığımızı biliyorsun, Clara.’’ Duraksadı ve bana doğru birkaç adım attı. ‘’Birkaç saat sonra inanılmaz derecede amatörce olan bir planla Tesislere gideceğiz. Ama Regulus geleceğimizi biliyor. Bir plan yaptığımızı da… Her şeyi…’’

  Bunu biliyordum. Satan’ın sürekli bizi dinlediğini biliyordum. Hatta muhtemelen şu an bile hemen yanı başımızdaydı ve çarpık gülümsemesi her saniye daha da genişliyordu. Regulus, atacağımız her adımı biliyordu. Hiç kimse bunu dile getirmese de çaresiz ve acınacak haldeydik.

  ‘’Çaresiz haldeyiz, Clara.’’

  Will, hariç hiç kimse. ‘’Ben de çaresiz haldeyim, Will. Hiçbir şey düşünemiyorum, hiçbir şey yapamıyorum. Burada oturuyorum ve aptal gibi bir şeyler olmasını bekliyorum. Meleklerin yardıma gelmesini, güçlerimin kendiliğinden bir şeyleri başarabilmesini, bir mucize olmasını… Ama olmuyor. Elim kolum bağlı halde birkaç saat sonra kendimizi nasıl bir cehenneme atacağımızı düşünüyorum.’’ Sesimin titremesini engellemeye çalıştım.

Kayıp Kanatlar 2: DüşüşWhere stories live. Discover now