Bölüm 5

443 41 12
                                    

Laf cambazlıkları ve ağız aramalarıyla, iki gün çabucak geçiverdi. Yasemin, Perran önderliğinde yaptıkları yaramazlığı ele vermemek için usta manevralarla iki kadının laf kapma ataklarını sindirdi. Aklı fikri Behzat'taydı, acaba mektup ona ulaşmış mıydı? Tepkisi ne olmuştu? Onu hatırlamış mıydı? Ama tuhaftır, ikinci günün sabahında Behzat'ın hoş çehresi, zihninden hafifçe silinmişti. Gönlüne ateş düşüren bu genç, acaba ilk gördüğü zamanki hararetini kayıp mı ediyordu?

Bu arada Hayriye Hanım, hanımlar toplantısında bomba etkisi yaratan dedikoduyu ağzından kaçırıvermişti, yaptığı patavatsızlık için kadıncağız bir üzülmüştü sormayın. Tabi bu yeni habere balıklama atlayan hanımların sorularını titizlikle cevaplarken üzüntüsünü ziyadesiyle belli ediyordu. Kim derdi, hanım hanımcık Yasemin'in ona yüz vermeyen bir erkeğe aşk mektubu yazacağını? Onun kızı Perran, böyle bir densizliği asla yapmazdı. Onu dinleyen hanımlara döndü.

'Sizin evlatlarınızda piknikteydi, hiçbirinden duydunuz mu mektup gönderip aldığını?' Kadınların çoğu kati bir reddedişle, birkaçı da utana sıkıla böyle bir şeyin olamayacağını söylediler ama içlerinden çoğu, alınan mektupları o akşam okuyup çocukları adına gelecek talipleri birbiriyle karşılaştırmaya başlamıştı bile.

Hanımların toplantısında ne Salih'in annesi ne de Behzat'a bakan büyükannesi vardı ama dedikodu, o günün akşamında Behzat'ın konağına düştü. Behzat hafiyeliğine devam ediyordu ama beceriksizlikten mi yoksa basiretsizlikten midir nedir, kızın kim olduğunu bir türlü öğrenememişti. Her fırsat bulduğunda mektubu alıp okuyor ve derince iç geçirdikten sonra gömleğinin iç cebine saklıyordu. Mektubu yazanın diğer kız olduğunu tahmin etmekle beraber; Perran'ın yazma umuduna karşılık, iri gözlü esmer kız bile gözüne huri görünmeye başlamıştı. Nasıl bir tılsım vardı bu satırlarda bilmiyordu ama Behzat yazanı bilmeden, merakın yarattığı bir kara sevdaya tutulmuştu.

Salih ise ayrı âlemlerdeydi. Behzat'tan ses çıkmayınca kendine meşguliyet bulmak için nazırlıktaki yazışmaları düzenleme izni istemişti. Onun nazırlığa alınmasını sağlayan Kamil Talat Bey, üstüne aldığı bu konuyla ilgili görüşmek için onu odasına çağırmıştı. Salih bu görüşmenin gereksizliği karşısında yorum yapmadan vekilin odasına gitti. Adamın başka bir misafiri vardı.

Kırçıl saçlı, hafif göbekli bu adamı, Sadık Muhsin isimli eski konsolos olarak tanıştırdılar. Adam tanıştıktan sonra ikisinin konuşmasına hiç müdahale etmeden ilgisizce elindeki evrakları okumaya daldı. Öylesine karşılaşılmış izlenimi veren bu önemsiz tavra rağmen Salih heyecanlanmıştı. Çünkü tanıştığı bu adamın namını biliyordu, yüz yüze tanışmamışlardı ama adamın ne yaman bir devlet adamı olduğunu çok duymuştu. Fransa gibi alavere dalaverenin çok olduğu bir ülkede konsolosluk yapmak ve ülkenin çıkarlarını hiç falso vermeden savunmak az buz iş değildi. Diplomatlık adına, adamdan bir şeyler öğrenebilmeyi çok isterdi ama ilgisiz duruşu karşısında cesaret edip sohbetlerine dâhil edemedi.

Kamil Talat, onu masasının başına çağırdı. İmzalayacağı ve Salih'in arşiv çalışması için ihtiyacı olan izinleri ona yazdırırken odanın ortasında yukarı aşağı yürüdü. Salih garip bir hisle Kamil Talat'ı dinleyip sözlerini kâğıda dökerken kaşlarının altından, evrakları okuyan Sadık Muhsin'e göz atmaktan kendini alamıyordu. Sanki adam onu izliyordu. Bakışını yakalayamadıkça içini garip bir heyecan bastırıyordu.

Salih izinleri yazmayı bitirdikten sonra masadan kalkıp odanın ortasına geçti ve saygılı bir tavırla yaşlı adamın onay vermesini bekledi. Kamil Talat yavaş adımlarla masasına doğru yöneldi.

"Aferin Salih, söylediklerimi senin kadar hızlı yazana rast gelmedim. Değme kâtiplere taş çıkartırsın oğlum."

"Teşekkür ederim efendim." dedi ve yan gözle koltuğa kurulmuş Sadık Muhsin'e baktı.

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now