Bölüm 25

167 25 3
                                    

Salih büyük bir üzüntü içinde, babasıyla birlikte mezarlıktan ayrılmıştı. Birlikte nazırlığa gidiyorlardı. Babası, Sadık Muhsin Bey'i ziyaret edecekti. İki adam mezarlıkta sözleşmişlerdi. Yaşlı çifti toprağa teslim etmelerine rağmen hiç kimse Kamil Talat Bey ve eşinin adi bir hırsızlık sonucu katledilmesine inanamıyordu. Kimse bir şey duymamış, görmemişti. Zaten olaya şahit olanlar da şu an yaşamıyordu.

Kamil Talat Bey'in yalısından üç cenaze çıkmıştı, bu kayıplardan başka mahallenin aşağısındaki köprüsünün altında da gece bekçisinin de cesedi bulunmuştu. Toplamda dört cinayet işleyen katil veya katiller, evdeki bir avuç ziynet eşyasını da beraberlerinde götürmüşlerdi.

Babası iki hafta içinde dostlarından ikincisini kaybettiği için dalgın bir üzüntü içindeydi. Salih ise öfkeli bir ruh hali içinde hayalet gibiydi. Aklındaki fikre göre, konağa sıradan bir ziyaretçi misali sızıp amirini katleden canavarları bulmak istiyordu. Nazırlığa yaklaşmışken babasından izin isteyip yolda indi. Babası üzüntüsünden pek kendinde değildi, neye tamam dediğini bilmeden genç adamı onayladı.

Salih hemen ivedi adımlarla boğaz tarafına döndü. Kamil Talat Bey'in matem içindeki yalısına dek duraksamadı. Genç adam ağlaşan kalabalıkla karşılaşmayı bekliyordu ve kalabalığın aksine ağlayarak kendi acısını yasla boğacak kadar sakin değildi. Küçük bir ipucu temennisiyle, insanların arasından sıyrılarak yalıya girdi.

Rahmetlinin üç oğlu mezarlıktan yeni dönmüş, akrabalarıyla büyük salonda taziyeleri kabul ediyorlardı. En küçük oğul henüz on yedi yaşındaydı ve olay olduğu sırada yalıda, uykudaydı. En çok kahrolan da o genç adam olmuştu, hemen üstteki odada annesi ve babası öldürülürken; kendisi yatağında huzurla uyuyordu. İyi ki, uyuyordu, Edip Nuri'nin dehşet iblisiyle karşılaşma gafletinde bulunsaydı; evden üç yerine dört cenaze çıkardı. Bunu biz biliyoruz ama acı içindeki genç adam bilemezdi, bilse de pek umurunda olmazdı.

Salih gelir gelmez taziyeye katıldı. Sonra da Nermin Kamil Hanım'ın özel hizmetçisi olan Lamia'yı aradı, buldu. Kadın kendinden geçmişti ağlamaktan, mutfaktan dışarı çıkarmıyorlardı. Sorgusu bile doğru dürüst yapılamamıştı zavallı kadının. Salih kadını karşısına aldı ve ciddi bir tavırla konuşarak bir parça toparlanmasını sağladı. Hırsızların hak ettiği cezayı bulmasını istiyorsa onun bir sorusuna cevap vermesini istedi.

"Çalınan eşyalar nelerdir?"

Lamia sağa sola sallanarak hıçkırdı. "Baktım da anlayamadım henüz beyim. Gözlerim görür ama aklım kavrayamıyor."

"Sorguya gelenlere söyledin mi bir şey?"

"Hiçbir şey duymadık ki beyim, ne söyleyeyim. Evin içinde şeytanlar dolaşmış biz akılsız mahlukatların hiçbiri anlayamamış. A canım hanımım, ah, ah..."

"Kaybolan eşyaları sordular mı?"

"Kimler beyim?"

"Kolluklar, Lamia, düşün. Sana hırsızlık hakkında bir şey sordular mı?"

Lamia zorlanarak hatırlamaya çalıştı, bir yandan da burnunu siliyordu. "Sormadılar, sanırım... Sormadılar."

"Hırsızlık olduğunu bildikleri halde neden sormadılar acaba?" dedi kendi kendine Salih. Sonra kadına döndü. "Lamia Hanım, bak bu konu çok önemli. Neler kayboldu bir bakıver, senden başkası hanımın eşyalarına vakıf değildir."

"Yukarıyı temizliyorlar..." dedi titrek bir sesle, sonra kendini yeniden koyuverdi. "Bakamam şimdi beyim, odaya giremem. Yemin billah giremem. Sonra girer misin desen zor... Hala gözümün önünde... Zavallı hanımım... Cehennem böyle bir şey olsa gerek!"

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now