Bölüm 31

199 28 5
                                    

İki gün pek çabuk geçti. Salih, Yasemin'e verdiği sözden dolayı Perran olduğu vakit kızların yanına yaklaşmıyordu. Bunun anlamı tüm gününü uzaktan onları görerek, çiftlikte çalışanlara yardımcı olarak veya odasına kapanıp kitap okuyarak geçiriyordu. Sıcak güneş altında çalışmak tenine renk vermişti. Genç adama ayrı bir hava katan bu cazibe, ona bakan genç kızların beğeniyle iç geçirmesine neden oluyordu.

Perran bu uzak durmanın Yasemin'den kaynaklandığını biliyordu ve sabrediyordu. İkisini ayırmak için Yasemin'den yardım alamayacağını artık anlamıştı. Bilinmeyen bir nedenle arkadaşı, kendini Salih'i sahiplenmek zorunda hissediyordu. Behzat'tan bahsederken ise, Yasemin alabildiğine kayıtsızdı. Daha geçen haftaya kadar Behzat'ı kutsal bir hediye olarak görürken ondaki bu değişim Perran'ın canını sıkıyordu.

Behzat ise köşke sığamayacak kadar bunalmıştı. İstanbul'a dönüp birbirinden güzel kızların ilgisine ihtiyaç duyuyordu. Ne var ki, gözündeki morluk yüzünden yakışıklılığı zarar görmüştü. O kadar iyi anlaştığı aynalara bakarken acı duyuyordu, fiziksel değil tamamen duygusal bir acı. Ona bu peçeyi takan Yasemin'den de ses yoktu, Salih'ten de... Yasemin gerçeği açıklasaydı, Salih bir dakika çiftlikte durmazdı. Salih'in hala çiftlikte olduğunu öğrenince kızın olayların aslını anlatamadığına hükmetti ve beklemenin gereksiz olduğuna karar verdi. Büyükannesine veda ederek İstanbul'a doğru hareket etti. Salih'in bu nişanı sonlandırması için Yasemin'e bir şekilde yardımcı olmanın yolunu bulmalıydı ama önce bozulan moralini düzeltmesi gerekiyordu.

Ziyaretlerinin bir haftası dolunca konuklar gitme vaktinin geldiğini düşünerek yola düştüler. Üç araba yeniden yola döküldü. Salih, Afife Hanım ve Sema Hanım'ın arabasına binmişti; kızlar bir arabada, çalışanlar ve Perran'ın sessiz dadısı diğer arabadaydı. Dört saatlik yolculukta kısa bir mola dışında ara vermediler, oyalanmadan İstanbul'un bir danteli andıran çehresine kavuştular.

Yol yorgunu kafile evlere dağıladursun; İstanbul en merkezi yerinde, iki katlı taş binada Salih'in dönüşünü bekleyen Edip Nuri iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Ekibin geri kalanı toplanmıştı, geriye asıl kilit adam kalmıştı. Sabırsız davranmak istemiyordu çünkü en küçük dikkatsizlik işleri olduğundan beter hale sokardı. Beyaz köşkteki katili, henüz diğerleriyle tanıştırmakta isteksizdi. Ekiptekileri titizlikle seçmesine rağmen onlara güvenmiyordu, aslında Edip Nuri kimseye güvenmiyordu. Masanın başına oturdu ve Salih'i çağırmak üzere bir emir yazdı. Buluşmanın zamanı gelmişti. Planlar titizlikle örülmüştü şimdi piyonlarını oyuna sokma zamanıydı.

Salih, yeni amiri tarafından gönderilen çağrıyı akşamüstü konağa vardığında aldı. Edip Nuri'nin verdiği adres kâğıdındaki binaya gitmek için hemen üstünü değiştirdi ve yürüyerek meydandaki iki katlı taş binaya gitmek için yola düştü.

Memurluktan azledildiğini babasına açıklamakta zorlanmıştı ama babasından ummadığı bir tepki almıştı. Hüsnü Celal Bey, arka arkaya toprağa verdiği dostlarından sonra Salih'in iş değişikliğine vermesi gereken tepkiyi gösteremedi. Oğlu sağ salim yanındaydı, daha ne isterdi ki? Kamil Talat Bey'in giderayak oğlunu görevinden azletmesine kızacak halde değildi. Salih görevinde bir hata yaptıysa, bu onun ve rahmetli amiri arasındaydı, babası olarak karışamazdı. Genç adamın saygısızlık yapmadığından emin olduğu için de gönlü rahattı. İş konusu mühim değildi, nasıl olsa Salih kendi başının çaresine bakacak olgunluktaydı. Hiç olmadı bir ticarethane kurup başına otururdu, son zamanlarda bu tarz bağımsız girişimler çok modaydı zaten.

Gönül hafifliğiyle yeni görevine doğru ilerleyen Salih, ona zorla verilmiş görevi tamamlayıp bir an önce serbest kalmak için sabırsızlanıyordu. Aile onurunu tehlikeye atması düşünülemezdi ve Nejat Bahri Bey'in taşıdığı sorumluluk gereği, ona, uygunsuz bir iş yüklemeyeceğine inanmak istiyordu. Görevde kuşkuya düştüğü vakit gerekeni yapacaktı ama önce neler olduğuna bakmalıydı.

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now