Bölüm 26

194 26 5
                                    

Tüm bu üzüntü birkaç haneyi ilgilendiriyordu. İstanbul'un çoğu için hayat; neşesiyle, tasasıyla, heyecanıyla, dedikodusuyla devam ediyordu. En konuşkan çenelerin başını çeken Hayriye Hanım boş durmamış o evden bu eve dolaşarak olan biteni öğrenmeyi kendine iş edinmişti. Son duyduğu havadis onu ziyadesiyle heyecanlandırdığı için ev sahibiyle alelacele vedalaşmış ve çarşafını üstüne geçirip doğruca eve topuklamıştı. Eve girer girmez soluklanmadan Perran'ın odasına koşturdu.

"Perran, Perran!"

Hizmetliler hanımın bu coşkun hallerine alışkın olduklarından pek umursamadılar. En akıllı hareketi yaparak günlük işlerle meşgul etmeyerek kadıncağızın önünden çekildiler. Perran ise annesinin heyecanı karşısında aşk acısı çeker göründüğü yatağından fırladı.

"Hayırdır anneciğim, bu ne taşkınlık!"

Hayriye Hanım odaya daldı ve kendini koltuğa bıraktı. "Ay, biraz soluklanayım." diye eliyle masayı gösterdi.

Perran ne istediğini anladı ve hemen bir bardak su doldurup sıcakta koştuğu için patlayacak gibi olmuş annesine uzattı. Bir yandan da annesi tarafından miras aldığı merakla sordu.

"İçiverin de hemen söyleyin anneciğim, valla beni korkutuyorsunuz."

Yudumların arasında konuşmayı ihmal etmedi Hayriye Hanım. "Korkacak bir şey..." bir yudum daha. "Yok kızcağızım. Ama duyduklarıma inanamayacaksın. Çok geç aldım haberi, hiç böyle olmazdı hayret."

Kız yarılanmış bardağı annesi çabucak içsin diye eliyle kaldırdı. "Ben de duyaydım keşke."

"Dur, ayol, beni mi boğacaksın? İçtiğim boğazıma dizildi."

"Benim de merakım göğsümü daralttı, konuş da öyle iç anne!"

Hayriye Hanım bardağı kucağına koydu ve irileştirdiği gözleriyle daha da hinleşen bir yüz ifadesiyle anlatmaya başladı.

"Az önce Ayten Hanımlarda kahve içiyorduk, bahçesine yeni düzen getirmiş haspa. Havasını bize atıyor. İki bahçıvan tutmuş, avuç kadar ot için..."

"Bana ne kadının bahçesinden anne!"

"Çatlama kızım, anlatıyorum işte. Her neyse bakılacak bir yanı yoktu zaten bahçesinin. Biz otururken Feride Hanım çıkageldi, tanırsın o çenebazı. Allah onun çenesine düşürmesin, pek ara bozar, gelinini de..."

"Gelinini de eşekler kovalasın, anlat anneciğim."

"Tamam, patlama. Bu Feride Hanım, çapkın Behzat'ın babaannesinin komşusu ya, şu Yasemin'e talip olan beyzade. İşte, o. Sen durup dururken kalksın, dört gün önce apar topar ninesini önüne katsın, doğruca av köşküne yollansın. Av köşkü dediğim yer de meğer Afife Hanım'ın teyzesinin çiftliğine komşuymuş. Afife Hanım da dünürüyle teyzesinin yanında ziyarette imişler. Çapkın Behzat gururunu kıran kızın ardından gitti diyorlar. Kız nişanlı dedimdi, meğer nişanlısı yanlarında değilmiş. Onları bırakıp da gelmiş."

"Deme!"

"Ben değil Feride söyler. Babaannesi ile Afife'nin teyzesi pek samimiymiş. Behzat ne yapar ne eder kızın gönlünü çeler diyorlar ve ben de buna parmak basarım. O veled-i ziyanın dert edindiği kızdan hayır gelir mi?"

"Onu deme işte, anneciğim. Yasemin benim arkadaşım."

"Valla, onu bilmem Afife de benim arkadaşım ama konu, çapkınlar şahı Behzat."

"Salih Bey'in haberi yok mu acep?"

"O konu pek karışık, gencin haberi var mı yok mu bilinmez ama kederli bir hali varmış. Başını kaldırmadan etrafta dolanır dururmuş, işe de gitmiyormuş kaç gündür. Yol boyu uğradığım kapılardan da bir şey çıkmadı, bir iş var bunda ama hayırlısı."

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now