Adam, Edip Nuri'nin uyanık olduğunu görünce gevşek adımlarla içeri girdi. Elinde küçük bir kese vardı ve şıkırtı sesi bu kumaşın içindekinden geliyordu. Edip Nuri sesi uğursuz olarak addedip sinirli bir soluk alarak doğruldu. Bu hareketi uzun sürmüştü. Ahşap masanın yanında duran katil, adamın yavaşlığını bildiğinden gözlerini Edip Nuri'ye dikerek sabırla bekledi. Sırtına uzunca bir ceket giymişti, kaba kumaştan gömleğinin üst düğmeleri açıktı, saçlarını bedeviler gibi kapatmıştı. Başına sardığı kumaşın bir kısmıyla da ağzını örtmüştü.
"Gören oldu mu?"
"Sokak bekçisi." diye cevap verdi hırıltılı ve alaycı bir sesle.
Edip Nuri, bu vahşi adama doğru tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Öldü mü?"
Ne bir tepki ne bir onay, adam sadece Edip'in yüzüne baktı. Yeterince açıklayıcı olmuştu. Gecenin geç vaktinde asayişi kontrol eden bekçi Hak'kın rahmetine kavuşmuştu. Zavallı adamın tek suçu, görevini yaparken bu deli adamın yoluna çıkmaktı. Edip Nuri zerre üzülmüyordu, onun tek endişesi bu kaybın dallandırılıp budaklandırılarak onun varlığını ortaya çıkarmasıydı. Baştakiler bundan hoşlanmazlardı. Gerçi memlekette kimse kimsenin umurunda değildi ama efendileri, onun bu cesurca hareketi için yine cezalandırabilirdi.
Katilin elindeki torba dikkatini çekti, bastonuyla göstererek sordu.
"O ne?"
Adam elindeki torba şekli verilmiş kumaşı masanın üzerine fırlattı. İçindekiler masaya yayılırken Edip Nuri anlamsızca bir adama bir de masadakilere baktı. Birkaç kolye, bilezik, süslü bir broş ve birkaç tane küpe... Bileziklerden birinin masada dönerek derin sessizlikte çınlamasını izleyen Edip ne soracağını bilemedi. Neyse ki, katil o daha sormadan sorması gereken sorunun cevabını verdi.
"Fermanı ararken ihtiyarla karşılaştım."
Edip Nuri sürekli kısık durmaya alışmış gözlerini kocaman açtı. Bir an konuşamayacak gibi adama baktıktan sonra öfkesini bastırmaya çalışarak tısladı.
"Yakalandın mı?"
Adam başını salladı ve birer karanlık uçurumu andıran gözlerini Edip'in gözlerine dikti. Edip boğulurcasına konuştu. "Öldü mü?"
Adam yüzünü yarı yarıya örten peçeyi sıyırırken homurdandı. "Bana da hep aynı soruyu soruyorsun, ben bıktım, sen bıkmadın ulan!"
Sakin olmalıydı, deli adamı daha beter dellendirmemeliydi ama adamın tırnaklarındaki kan izlerini görünce midesi bulandı. Kendi elindekileri zor çıkarmıştı, bu adam çıkarmaya bile uğraşmıyordu. Ne pislik, ne hastalıklı bir adamdı bu! Öfkesi beynini kızıla bularken adama doğru bir adım daha attı.
"Herifi öldürmen gerekmiyordu! Sadece fermanı alacaktın! Emrim bu kadar basitti ama sen ne yaptın? Elinde iki ceset ve iki avuç altınla çıkageliyorsun! Kafan hiç mi çalışmıyor senin?"
"Höst lan!" diye kükredi katil aniden. Edip Nuri tedirgin bir tavırla gerileyince, memnun olan katil sakinleşerek devam etti. "Meraklanma zerzavat, kimse cinayetimin sebebini bilemez. Ettiğimi gizlemek için bulduğum kıymetli eşyaları toparladım. İki ihtiyarın ve gece bekçisinin uçuşuna kılıf yaptım. Beni hırsız sanacaklar ve sadece bu nedenle kimse peşime düşmez. O kadar delibozuk adam varken hırsızlık yapan bir katille mi uğraşacak devlet. Ha... Unuttum, bir de konağın kapı nöbetçisi var. O da Allah'ın rahmetine kavuştu."
"İki ihtiyar mı?" dedi Edip afallayarak. "Kim o? Karısı mı?"
Katil cevaplamaya bile tenezzül etmedi. Edip Nuri verdiği her işi bir vahşet gösterisine dönüştüren adama, ne düşüneceğini bilemeden bakıyordu. Bir yandan adamı yanında tutmaktaki zarar ve faydasının oranını karşılaştırıyordu. Acaba çok mu öngörüsüz davranmıştı bu adamı yanına alırken? Tek bildiği, bir faydası varsa dahi, bu oranın gittikçe azaldığıydı.
Adam hiç kararsız kalmadan bir gecede üçü evden biri dışardan dört kişiyi öldürmüştü, hem de hiç rahatsızlık duymadan ve soğukkanlılıkla. Katil Edip Nuri'nin kendisi hakkında düşündüğünü anlamış gibi elini cebine attı ve üstüne kan bulaşmış kırışık bir kağıt parçasını masaya, kanlı altınların yanına atıverdi. Sonra arkasını döndü ve Edip'in kararını önemsemeden onun canavar inine benzettiği odasına doğru yollandı.
Edip Nuri kanlı kağıda bir süre baktı. Ne olduğunu biliyordu, yine de kontrol etme güdüsü ağır bastı. Bunda da yanlış yaptıysa... Uçlarından dikkatlice tutarak kağıdı açtı. Tamam, bu Kamil Talat'a verilen sahte mühürlü fermandı. Gergin bedeni biraz olsun gevşedi ve rahatladı. Masanın çekmecesinden kibrit alıp kağıdın ucunu tutuşturdu. Kanla nemlenmiş kağıt yavaşça yanarken kağıda bakan Edip'in gözleri, loş odada uğursuzca parıldadı. Katilin tamamen hayal kırıklığı olmadığına hükmetti. Sadece biraz ehlilleştirilmesi gerekiyordu. Adam, arada beliren çıkışları dışında, ona sadıktı da...
Alev parmaklarına doğru yükselmeye başlayınca, çoğu küle dönmüş kağıdı temelli yanması için kristal kül tablasının içine bıraktı. Kanıtların tümü ortadan kaldırılmıştı. Canlı cansız deliller suçları dillendiremeyecek hale getirilmişti. Hafifçe sırıttı ve kesik bir nefes aldı. Ona kalan yarını beklemekti. Taşları dizmişti, şimdi piyonların hareketini bekleyecekti.
![](https://img.wattpad.com/cover/45015732-288-k541636.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalpten Öte
Historical FictionBir mektupla başladı her şey... Bu öyle bir mektuptu ki, ne yazanın niyetine hizmet etti, ne de okuyanın isteksizliğine kulak verdi... Umursamaz bir küstahlıkla savurdu, iki şaşkın genci sevda rüzgarına... İki kalpten biri, aşkı tanırken okyan...