Bölüm 23

228 30 8
                                    

Salih, dört saatlik yolculuğun bu denli çabuk geçmesine inanamadı. Çiftliğe varmışlardı ve henüz akşam olmamıştı. Gülçehre Hanım'ı hemen odasına aldılar, dinlenmesi için. Salih de koşup gelen uşaklarla birlikte annesi ve Hüma için hazırlanan odaya eşyalarını taşıdı.

Yol boyunca olanlardan sonra kalma isteği iyice azalmıştı. Onun gayretine rağmen Yasemin'in nişan durumlarını önemsemediğini görmek canını tahmininden fazla acıtmıştı. Neden mektup göndermişti o zaman? Beğenmediyse, neden o kadar içten ve duygusal bir name yazmıştı? Bu kadar ciddi bir meselede şaka yapacak bir insana da benzemiyordu. Arabada çıkardığı yüzüğü, sadece mektubun hatırına geri takmıştı. Şımarıklıklarına ve alaylarına katlanabilirdi ama onu beğenmediği anladığı halde nişanlı kalmaya dayanamazdı.

Nişan yüzüğünü çıkardığında Yasemin'den gelen tepkiyi hiç beklemiyordu. Hüma'nın evde söylediği 'Birbirlerine kötü bakma' yorumundan sonra kafası karışmıştı. Acaba Yasemin'in bakışları nazlı bir iddialaşma yerine, isteksizlik ve pişman olma bakışları mıydı? Nişan yüzüğünü takmamış olması da kötüye işaretti. Nişanı sona erdirmek istemediğini sözle ve tavırlarıyla belli etmişti ama kati sonucu keskinleştirecek cevabı verememişti. Dilini tutan neydi bilmiyordu. Çekineceği bir konu olduğunu da sanmıyordu. Karşılıklı oturup konuşma zamanın geldiğini fark etti, konuşmanın sonunda ya düğün olacaktı, ya da...

Gelenlerle şenlenen ve hareketlenen koca malikânede, bu coşkuyu yaşayamayan iki kişi vardı. Yasemin ve Salih... Birbirinden habersiz birbirlerini düşünüyor ve düşündükçe, bağlılığa karşı tecrübesiz ruhlarını sıkıntı basıyordu. Salih annesini ve kardeşini odalarına yerleştirdikten sonra, Gülçehre Hanım'ı sordu. Evin kâhyası, yaşlı kadının hala dinlendiğini söyleyince dönüş hazırlığı yapmak için aşağıya indi.

İki katlı ev, beyaz bir bulut misali sonu görünmeyen çiftliğin ortasına konmuştu. İleride ahırlar uzanıyordu. Çeşitli meyve ağaçları, koruklarını dökmeye başlamış asma sürgünleri, sağ tarafta küçük bir sulama havuzu ve etraflarını saran üzüm bağları, bostanları ile küçük bir köyü andıran kocaman bir çiftlikti. Gülçehre Hanım'ın zenginliği sadelikle birleşmiş, etrafa huzur ve sağlık olarak yayılmıştı. Etrafta işleyen, dolaşan çalışanlarının hiçbirinin yüzü asık değildi. Çiftliğin kâhyasının yönetiminin iyi olduğunu anladı.

Evin çevresinde bir tur dolaştıktan sonra eve geri döndü. Havanın kararmasına daha iki saat vardı, eğer hemen yola çıkarsa geldiğinden daha hızlı İstanbul'a dönebilirdi. Evin kâhyası Rıza Efendi'yi üst katta, merdiven başındaki odadan çıkarken görünce seslendi.

"Rıza Efendi, bizim arabayla gelen boşta bir at vardı. Bizim arabacı Seyfi'yi bulursan gösterir. O atı yol için hazırlatırsa, bir an önce yola çıkmak istiyorum. Geceye kalmayayım."

Rıza Efendi başını salladı. "Hazırlatırım beyim."

"Nereye gidiyorsun hemen oğlum?"

Salih çapraz odadan çıkan Afife Hanım'a döndü. Hemen arkasında annesi vardı. Salih annesinin kalmayacağını anlattığını sanıyordu ama Afife Hanım'ın şaşkınlığına bakılırsa söylememişti. Ona doğru yürüyen kadınların biraz daha yaklaşmasını bekledikten sonra konuştu.

"İşlerim yüzünden geri dönmem gerekiyor efendim. Gülçehre Hanımefendi'den izin almıştım, sizin de haberiniz olduğunu düşündüm."

"Bana diyen olmamıştı." dedi Afife Hanım, Sema Hanım'a doğru soran gözlerle baktı.

"Fikri değişir diye düşünmüştüm ama demek ki, işleri gerçekten yoğunmuş."

Afife Hanım genç adamın üstüne gitmedi. Sonuçta işi gücü bırakıp onlara yoldaşlık yapmaya buralara kadar gelmişti. Anlayışlı bir tavırla gülümsedi.

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now