Bölüm 42

203 25 16
                                    

Damat evi ve biz yaklaşan düğün telaşındaydık ama damat olacak beyefendi hala iş seyahatindeydi. Memurluktan sonra iş olarak ne seçtiyse; kendini Evliya Çelebi sanan Salih Bey, bir türlü evin yolunu bulamamıştı. İnsan düğünü olacağı vakit ortadan kaybolursa işimiz işti yani. Hiç düşünmüyordu bu umursamazlığın benim canımı sıkabileceğini. Evet, tamam, başta bu evliliğe çok karşı olabilirim, sözlerimi unutmadım. Hatta kurtulmak için avucuma düşmüş bu kayıp olayından yararlanabilirim. Yapamadım. Ah, ah, ne çare nişanımız bozuluverecek diye şikayet dahi edemiyordum.

Salih'e olan öfkem ölçülemeyecek kadar çoğalmıştı. Yokluğunun bu denli ağır gelmesi bir yana o adamı, nedensizce özlemekten nefret ediyordum. Onu ilk gördüğüm yerde, kaşık veya su aramakla uğraşmadan doğrudan tükürüğümle boğabilirdim. O kadar sinirliydim, suratsıza. Ben bu süreyi onun duygularını öğrenmek ve ilgisiz duruşunun intikamını almak için kullanacakken adi fırsatçı yok olmuştu. Tam bir kediydi bu Salih suratsızı, dört ayaküstüne düşmeyi çok iyi başarıyordu. Ona kapris yapma umutlarım gün geçtikçe azalırken moralimde o hızla düşüyordu. Neredeydi bu adam?

Dadımın elime tutuşturduğu yatak örtüsünün dantelini, hissettiğim bu sinirle işliyordum. Bir yandan da iğneyi Salih'e batırır gibi hırsla tafta kumaşa saplıyordum. Bu adama karşı neden bu denli elim kolum bağlanıyordu? Onu özlemem çok saçmaydı. Yanımda olduğu vakitlerde çok iyi anlaştığımız söylenemezdi, hatta düşünüş tarzı kesinlikle bana uymuyordu. Modernlikten uzak, kadını aşağılayan bir erkekle evlenmek istemem başlı başına saçmalıktı. Gerçi Behzat'ı tanıdıktan sonra Salih katlanılır bir dereceye yükselmişti. Belki bütün erkekler böyleydi, bilemem.

Türlü düşüncelerin içinde iğneyi hızla kumaşa daldırdım ve dişlerimi sıkarak söylendim.

''Aptal kafa, ne mektup gönderirsin ki? Aldın başına Salih belasını! Kurtulamıyorsun, üstüne üstlük kurtulmak için de çaba harcamıyorsun!''

Dudağımı ısırdım ve içimden asıl derdimi sızlandım. ''Nerelerdesin Salih?''

Tam dalmışken kapı aniden açıldı ve ismimi seslenen dadım yüzünden iğne, kumaş yerine başparmağıma hızla saplandı.

''Yasemin! Bitiremedin mi kızım daha?''

İğne batan parmağımı ağzıma götürerek dadıma kötücül bir bakış attım. Dadım yaptığım sakarlığa üzülmek yerine kısık bir kahkahayı koyuverdi.

''Bitirmiş de, kendini dikmeye başlamış bak sen benim yaman kızıma!''

''Dalga geçme Münü...'' diye mırıldandım. ''Çok acıdı ama''

Dadım yanıma gelerek elimi ellerinin arasına aldı. Minik bir kandamlası biriken parmağıma küçük bir öpücük kondurduktan sonra gülümsedi.

''Geçti mi şimdi?''

Biliyorum, kendimden utanmam gerekiyor çünkü aklıma başka bir anı gelmişti. Karşımda dadım yoktu, elimi nazikçe tutan Salih vardı. Hafifçe eğilerek sıcak dudaklarını elime değdirdiği anda hayalim dağıldı. Geriye nefesi kesilmiş bir ben kaldım. Dadım ise telaşla yanağımı okşuyordu.

''Yasemin'im, neyin var güzel kızım? Kanamıyor bak, geçti.''

''İyiyim dadıcığım'' dedim toparlanmaya çalışarak.

Dadım hemen ayaklandı ve masanın üstündeki sürahiden su doldurup yanıma getirene dek konuştu.

''A canım, yüzün birden kireç gibi oluverdi. Kan tutmuyor sanıyordum seni ama pek kanamamış ki. Şimdi de yanakların kıpkırmızı, Allah korusun, hasta olmuyorsun değil mi? Düğün öncesi hiç iyi olmaz. Daha çeyiz alışverişini bitirmedik. Aman ne saçmalıyorum ben?'' Bardağı bana uzattı. ''Sen iyi ol yeter ki''

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now