Bölüm 16

294 36 15
                                    

Şehirler sultanı İstanbul'un üstüne serilen, yıldızla mehtapla işlenmiş, danteli andıran gecenin bir vaktinde, genç bir adam elleri cebinde karanlık bahçede dalgın adımlarla yürüyordu. Çıkardığı ceketini az önce oturduğu çardakta unutmuş, yalın gömlek ile bir hayalet gibi bakımlı bitkilerin arasında dolaşıyordu. Sabahki coşkusu ve kalbini yumuşatan sıcaklık, bir kaşık kahve telvesinin içine karışmış, kararmış da kararmıştı. Ciğerlerine yetmeyen bir nefes daha aldı.

"Çok üstüne gittin be Salih." diye kendi kendine mırıldandı. "Kızı ne kadar tanıyorsun ki?"

Yasemin'in basit bir fal baktırma inatlaşması yüzünden be denli kırılacağını tahmin etmemişti. Onu düşünerek fincanını vermek istememişti ama keşke kıza söyleseydi. Çocuk gibi inatlaşmak yerine, üzülmesini istemediğini söyleseydi. Yerdeki küçük taşa bir tekme attı.

"Sen hiç büyümeyecek misin oğlum ya?"

Sadık Muhsin Bey'in konağından çıkıp kendi konaklarına kadar yayan yürümüştü. Aynı düşünceler etrafında dönüp durdu. Yapacağı yüzeysel, sevgisiz evliliğin ikinci faktörü oldukça can alıcı ve güçlü çıkmıştı. Kızın zeki ve oyuncu bakışları aklına geldikçe içinde garip bir kımıldanma oluyor ve gönlü daha uzun vakit geçirme isteğiyle dolup taşıyordu.

Sabah konağa giderken hiç de böyle bir durumla karşılaşacağını hayal etmemişti. Nişanlısı ve ailesiyle kısa süre sohbet edecek, onları hoşnut ettikten sonra oyalanmadan kaçacaktı. Bir saat anca diye kendine zaman biçmişti ama gittikten sonra ayakları kök salmışçasına saatlerce Yasemin'in ilgisine dilenci olmuştu. Kaç kere kibarca veya basbayağı açıkça kovulduğunu saymamıştı. Onu bu şekilde tersleyen başka biri olsaydı daha ilk cümlede bir daha dönmemek üzere çıkıp giderdi ama bu kızda bir şeyler vardı. Tıpkı eski hikayelerdeki peri kızları gibi kurbanlarına büyü atıyor, sohbeti ve davranışlarıyla kendine bağlıyordu.

Aklına Yasemin'in Perran ile takışması gelince dudağının kenarında beliren hoşnut gülümsemeye engel olamadı. Gerçekten de onu kıskanmış mıydı? Daha önce hiç bu kadar eğlenceli ve keyifli laf sokmalarla hemcinsini kıskanan birine rastlamamıştı. O yüzden bunun kıskançlık mı yoksa Perran'la arasında olan eski bir şakalaşma mı olduğuna karar veremiyordu. Nina da onu defalarca kıskanmıştı, hakkı olarak veya olmayarak. Hiç Yasemin gibi değildi. Sonu ağlama krizleriyle biten, her cümlesinde şirretlik ve öfke damlayan tekinsiz kavgalar şeklinde olurdu. Nina'nın sesi öyle tizleşirdi ki; Salih, kadının bağırmaktansa eline sopa alıp dayak atmasını tercih ederdi. Zaten bu tarz kavgaların sonu Salih'in ortamı terk etmesiyle durulurdu.

Konaktan konağa yaptığı yürüyüş arasında Behzat'a da uğramıştı ama genç adamın evde olmadığını öğrenmişti. Geçen haftadan beri arkadaşından ses çıkmamıştı. Mektubu hala bulamaması bir yana -ki Salih bu kayba pek inanmıyordu; Behzat, ondan kaçtığı izlenimini veriyordu. Satırlar hafızasındaydı ama Yasemin'in ruhunu döktüğü kağıt parçasına ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Nereden nereye gelmişti. Behzat'ın zoruyla gittiği kır gezintisini yapalı bir ay bile olmamıştı ama şimdi o gezi sayesinde nişanlı bir erkekti.

Bir de Sadık Muhsin Bey'in tavsiyeler verdiği sohbet vardı. Onu dinlerken aklına iş teklif eden Edip Nuri denen adam geldi. Sadık Muhsin Bey açıkça söylememişti ama sanki o adamla görüşme yaptığını biliyordu ve Salih'i bu nedenle uyarma gereği duymuştu. Acaba Sadık Muhsin Bey, onun usta Pierre'den ders aldığından haberi var mıydı? Kamil Talat Bey, biliyordu. Bilme nedeni Pierre'nin yakın dostu olmasından kaynaklanıyordu gerçi Sadık Muhsin Bey de biliyorsa şaşırmazdı. Adamın bilmediği yok gibiydi. Onun bu gizli yanını, kayınpederi onaylamıyor olmalıydı.

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now