Bölüm 9

367 43 12
                                    

Zaman, her vakit aynı hızla ilerler ama herkese aynı hızda ilerler görünmez. İki isteksiz sözlü için de bu on günlük vakit göz açıp kapayana dek geçivermişti. İki genç, isteme gününden beri birbirlerini görmemişlerdi ama dünürler sanki yıllardır tanışıyor gibi çabucak kaynaşıverdiler. Neredeyse her gün bir konaktan diğerine araba kalktı, nişan hazırlıklarının yanında gülüşüp çay da içtiler. Yasemin, müstakbel kocasını pek aklına getirmeden bu yeni ortamın tadını çıkarıyordu. Hüma ile iyi anlaşmışlardı, bu yaşı küçük ama kendi büyük kız, ona arkadaş olmuştu. Öyle ki, Perran bile ikisinin sohbetini kıskanıp, geldiğinin birinci saati Hüma ile tartışmayı başarmıştı. Yasemin'in iki kızı idare etmekten zamanın nasıl geçtiğini anlamaması gayet normaldi. Peki, Salih için zaman neden çabuk geçmişti? Onu da anlatalım.

Salih, Behzat'tan mektubu bir türlü alamamıştı. Kararlaştırdıkları gün görüşmüşler ama Behzat ağlamaklı bir yüzle ondan özür dileyip mektubu her yerde aradığını, bir türlü bulamadığını söyleyip durmuştu. Defalarca özür üstüne özür diledi. O kadar kötü görünüyordu ki; Salih, o kâğıt parçasının çok da önemli olmadığına hükmetti. Ayrıca düşününce, kendi de bu konuda biraz haksızdı. Behzat'ın niyetini bilerek ondan önce davranıp annesi ve babasını kızı istemeye göndermişti. Bir iki laflamadan sonra iki arkadaş sarılıp barıştılar. Behzat'ın ettiği, Salih tarafından af olmuştu ama o, arkadaşını duygu evreninden çoktan aforoz etmişti, belli etmedi. Salih onun bunca yıllık hovardalık şanına gölge düşürmekle kalmamış, bir de koklamayı düşündüğü çiçeğini elinden almıştı. Behzat bunu sineye çekecek bir erkek değildi.

Nişan için her iki konakta da ziyafet verildi; erkekler bahçede, kadınlar evlerde yediler içtiler. Çoluk çocuk curcunasının üstüne bir de kukla gösterisi yapıldı, nişan iyice karnavala dönüştü. Bu kalabalığın gelmesinin iki nedeni vardı, hem bitmek üzere olan dedikoduları tekrar ayyuka çıkaracak bir ipucu, hem de özenle hazırlanmış nişan yemeğinin lezzeti. Erkek evinde yiyip içenler, bir koşu kız evine akın ediyorlardı, güya maksat tebrik ve hayır duası etmekti. Fakat etli dolmanın, piliçli keşkeğin ve pastırmalı kuru fasulyenin kokusunu duyan önce sofranın başına çöküyor, kalktığında konuşamayacak kadar şişmiş oluyordu. Üstüne buz gibi de şerbeti içiyorlardı, oh, afiyet olsun. Gözümüz yok ama Salih ve Yasemin ortada pek görünmüyordu.

Yasemin gelin namıyla evinde bulunsa da, ne misafirleri karşılıyordu, ne de odasından dışarı çıkıyordu. Perran ve Hüma'ya görünmekten kaçınmıştı, canının sıkkınlığını millete ilan etmemek için Münevver ile ortak bir yalan kurdular. Heyecandan kalbi zayıflamış o yüzden ev sahipliği, annesine kalmıştı. Külliyen yalan! Heyecan duymak bir yana şu anda Salih'i bulsa bir kaşık suda boğardı. Genç adam isteme gününden beridir Yasemin'den köşe bucak kaçıyordu. Sanki gelin kız, nazlı Salih idi. Konaklarına yemek veya ziyarete gittiklerinde dahi, hoş geldiniz demeyecek kadar kaba ve saygısız bir adamdı. Sadece babasının huzuruna çıkıyor, sonrada ortadan kayboluyordu. Yasemin'e de, pek şikâyeti olmasa da, Hüma ile vakit geçirmek kalıyordu.

Yasemin, Salih'i on gün boyunca bir kere uzaktan görme şansına sahip olmuştu. Annesi ile Sema Hanım verilecek yemeği konuşurlarken Hüma onun elinden tutarak yeni aşıladığı gülü göstermek için bahçeye kaçırmıştı. Yasemin Salih'in evde olduğunun farkındaydı ama her zamanki gibi ondan kaçınıyordu. Hüma, susuzluktan başını eğmiş gülü görünce endişelenip bahçe aletlerinin konduğu küçük kulübeye gittiğinden, Yasemin tek başına onu bekliyordu. Derken çardağa giden taşlık yolda bir pıtırtı duyunca, içinden gelen sese uyarak gülün ardına gizlendi.

Salih elinde küçük, ciltli bir kitabı okur vaziyette taşlık yoldan ilerledi. Okuduğu her neyse pek dalmıştı. Siyah ceketinin düğmeleri serbestti, ütülü ve düzgün gömleğinin boyun bağı gevşetilmişti. Tek şeritli pantolonu sanki bahçede değil de, bir balo salonunda yürüyor gibi adama ayrı bir zarafet katmıştı. Yasemin gözlerini kısarak adamın yüzüne dikkatlice baktı. Asi saçları yine alnından aşağıya dökülmüş, elmacık kemiklerine dek gözlerini saklıyordu. Görünen ise, kibirli bir tavırla havaya dikilmiş düzgün burnu ile düşünceli bir edayla sarkıttığı etli dudaklarıydı. Şu saçlarını bir kulağının ardına atıverse, suratsızın kendini beğenmiş ifadesini daha rahatlıkla görebilecekti.

Kalpten ÖteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin