Bölüm 27

189 24 9
                                    

Parlak güneşin ısıttığı parıldayan bir yaz günüydü. Kullanılmaktan iyice sertleşmiş toprak yolu arkalarında bırakan kafile, küçük taşlarla kaplı sapağı geçeli bir saat anca olmuştu. Önden giden at arabasını takip eden iki atlı vardı, biri Salih Hüsnü, diğeri konakta çalışan genç bir çocuk olan Tacettin. Arabanın perdeli penceresi yola çıktıklarından beri bilmem kaçıncı defa aralandı, perdenin arasından dışarı bir baş uzandı. Salih ret etmekten usanmıştı ama Perran hala ümitle soruyordu.

"Hava pek sıcak oldu Salih Bey. Arabamız gayet geniş, lütfen buyurun. Güneşte kavrulacaksınız."

"Ben böyle iyiyim efendim, lütfen, rahatınızı benim için bozmayın."

"Olur mu hiç, bilakis bize katılırsanız rahatlarım."

"Israr etmeyin Perran Hanım, rica ederim."

Perran yenilmiş bir tavırla iç geçirip pencereden kaybolunca Tacettin dayanamayıp kıkırdadı. Salih, kızın ısrarının komikleşmeye başladığını bildiğinden on dört yaşındaki bu gürbüz delikanlıya kızmadı, tam tersi kendisi de gülümsedi. Çiftliğin yoluna girmişlerdi, Yasemin ile çarpıştığı yeri de geçmişti, yani yarım saate kadar çiftlik görünür hale gelecekti. Çarpışmanın yüzünde bıraktığı iz, siyahlığını kaybetmişti, şimdi hoş renkli bir mora dönüşmüştü. Elini gözünün altına götürdü ve sırıtması genişledi. Yasemin'e hala dargındı ama ona yaklaştıkça içindeki neşenin artmasını engelleyemiyordu.

Gülçehre Hanım'ın dediği aklına geldi. Bilge kadın onun yakında döneceğini söylemişti ve şimdi Salih dönüyordu. Behzat ile yüzleşmek için olsa da, kadının dediği çıkmıştı. Uzaktan zapt edemezsin lafına da sonuna kadar katılıyordu. Yanından ayrılır ayrılmaz kuzunun başına kurtlar üşüşmüştü, hem de avlanmayı iyi bilen türünden. 'İnşallah' diye düşündü, 'Behzat'ın köşke gidişi tesadüf olsun.'' Bir şekilde bu geziyi öğrenip bilerek Yasemin'in peşine düştüyse, Behzat'ı onun elinden kimse kurtaramazdı.

Perran arabada uyuklayan dadısına bakıp kös kös otururken Salih'in aklından geçenler bunlardı. Çiftlikte ise ayrı bir oyun dönüyordu. Salih'i uğurladıkları günün ikindisinde, komşuları olan av köşkünden bir misafirleri gelmişti. Şefika Hanım. Bu yaşlı ve arada sırada bunama alametleri gösteren kadıncağız, Gülçehre Hanım'ın eski bir dostuydu. Yazları serinlikten faydalanmak için köşke gelirdi ama bu sefer yanında torunu da gelmişti. Daha önce babaannesine eşlik etmeyen haylaz torun, şimdi gönül yarışına düştüğünden kadını erkenden av köşküne sürüklemişti.

Gülçehre ile Şefika Hanımlar birbirlerine sarıldıktan sonra ev ahalisine kısaca tanıştırıldılar. Yasemin ve Hüma, çiftliği gezmeye çıktıklarından yanlarında yoktu. Kadınların sohbeti pek bir sardı, Şefika Hanım'ı bırakmak istemediler. Akşam yemeğine kalmasını rica ettiler, torununun köşkte yalnız kalmasını istemeyen kadıncağız, Behzat'ı da yemeğe çağırttı. Böylece köşkün içinde sabırsızlıktan kurdeşen döken Behzat akşam yemeği daveti için çiftliğe teşrif etti.

Yasemin aklından çıkmayan Salih'i düşünmemeye çalışarak akşama kadar Hüma ile çiftliği alt üst etmişti. Kızın neşesine ve coşkusuna katılmak istiyordu ama yapamıyordu. Eksiklik hissi bir gölge misali ruhuna çökmüştü. Yasemin görüneni kabullenmek istemiyordu asla kendisine itiraf etmeyecekti, çünkü bir kere kabullenirse... Var gücüyle itiraz etmeye karar verdi. Planına sadık kalacak ve Salih ona bir daha aynı soruyu sorarsa tamam diyecekti.

Yemek vaktine az kala eve döndüler. Temizlenmek için aceleyle yürürken sofranın dışarıya kurulduğunu göz ucuyla gören Yasemin kamelyadaki kalabalığı fark etti. Sırtı dönük bir erkek, karşısında oturan Sema Hanım ile konuşuyordu. Kalbi zıpladı. Hüma'nın elinden tuttuğu gibi çeşmenin başına sürükledi. Neden daha önce gelmemişti? Gülümsemekten kendini alamıyordu. Demek Salih yaptığı eşeklikten pişman olup geri dönmüştü. Aynen yüzüğü yeniden taktığı zaman gibi, ona kıyamamıştı.

Kalpten ÖteWhere stories live. Discover now