İlk dokunuş - 1

30.2K 1.7K 558
                                    

Kısa hikaye olarak başladım fakat bir delilik sonucu bu hikayeyi bırakmaya, kısa kesmeye gönlüm elvermedi. Ne kadar uzun olacağını kestiremediğim bu yolculukta yalnız kalmamak dileğiyle, sevgiler. / Zeynep.

Burası Şuursuzlar Bulvarı. Saat sabahın yedisi oldu mu damlarım bu bulvara, trafik lambasından on beş adım öteye, kırmızı telefon kulübesinin hemen yanına otururum, sonra kaldırımların pejmürde sakinlerini; her sabah sekizde otobüse binen seksen yaşlarındaki amcayı, bulvarın köşesine savrulmuş caminin avlusunda dilenen oğlan çocuğunu, suratı asık trafik polisini, kitapçının saçları kuş yuvasına dönmüş sahibini izlerim. 

Ben herkesi, her küçük ayrıntıyı görürüm; tek bir şey bile kaçmaz gözümden. Azgın kedinin bir kuşun üzerine atlayışını, uyuyan köpeği huysuzlandıran kara sineği dahi fark edebilirim. Yol ortasında kavga eden evli çiftin sözlerinden akan öfkeyi hissederim. Ekmek çalan evsizi kovalayan fırıncının yaratıcı küfürlerini ezberlerken, evsizin gözlerindeki mahcubiyeti duyarım. Bulvarı çevreleyen tüm kırgınlıklar avuçlarımdadır adeta. Herkesi kırabilirim ama hiç kimse kıramaz beni.

Bazen canım sıkıldığında durakta bekleyen evhamlı kadınların yanına sızar, kulaklarına anlamsız birkaç kelime fısıldarım. Aniden atılır, sesin nereden geldiğini kestirmeye çalışır, sonra da bu gaipten gelen sesi yorgunlukla ilişkilendirip deli oldukları fikrinden uzaklaşırlar hemen. Ben gülümserim, uzaklaşırım bulvardan, kimsenin üzerime basamayacağı kuytu bir köşede uyuklarım.

Nadiren de olsa benim gibilerle kesişir yolum, ancak hiçbiriyle tek kelime etmem. Onlar da konuşmaya hevesli değillerdir doğrusu. Benim gibiler, görünmezlik şapkasını sırf bu yüzden takmışlardır esasen. Konuşmak, fark edilmek ve göze çarpmak istemediklerinden; kuytu bir köşede sadece izlemekle yetinme isteğinden takmışlardır. Şapkamı asla çıkarmam kafamdan, zannederim benim gibiler de şapkalarını bırakmazlar ellerinden. Şapkamın içine örümcekler yuvalanır, toz katranı birikir, üzeri şehrin boğucu havasından kararır; yine de kati surette saçlarımın üzerindedir şapkam.

Kasımın son günleri, pastırma yazı bitmek üzere...Ben yine bulvarda, her zamanki köşemdeyim. Sırtımı telefon kulübesine vermişim, keyfime diyecek yok. Kulübenin içinde bir kadın, duyulmayacak bir sesle mırıldanıyor. Belki duyarım ümidiyle kulağımı kulübeye yasladım ben de. Ancak kadın bu hareketimin ardından sustu, kulübenin kapısını açıp dışarı çıktı. Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, dudakları çatlamıştı. Hırkasını çıplak omuzlarına çekti, gözleri bulunduğum yere kısa bir an çevrildi. Uzun, kara saçları beline dek varıyordu, koyu yeşil gözleri güneşte yeşilin nadir bir tonuna bürünüyordu. Kaşının üzerinde belirsiz bir iz vardı, yara iziydi muhtemel. Gözlerimiz buluştuğunda öyle anlamlı baktı ki, imkansız olsa da beni görebildiğinden şüphelendim. Fakat bu fikri ivedilikle yok etmeme neden olarak, tam benim hizamda, hemen arkamda duran kıvrık dal parçasını aldı eline. Elindekini bir mücevhermiş gibi incelerken, gözyaşları dinmiş, yüzü bulutlardan arınmıştı. Ağır ağır yürümeye başladı. Elindeki dal parçasını özel kılan neydi? Merakım uyandığından ayağa kalkıp peşinden yürümeye başladım.

Kadının farkındalığı yoktu, ilk saniyeden anladım bunu. Bazen kaldırımda duran taşlara takılıp tökezliyor, bazense yanından geçen insanları görmeyerek onlarla sertçe çarpışıyor, çarpıştığının dahi farkına varmayarak ilerlemeye devam ediyordu. Birkaç kez caddede karşıdan karşıya geçerken parlak otomobillerle burun buruna geldi - her defasında onu uyarmamak için kendimi zor tutmuştum - ancak arabaların ona çarpma ihtimali onu korkutmuyormuş gibiydi. 

Canlılık belirtisi gösterdiği zamanlar, gözlerinin başka kimsenin ilgisini çekmeyen noktalarla buluştuğu zamanlara tekabül ediyordu. Bu gibi zamanlarda, ilgisini çeken şeyi görebilmek için sabırsızlanıyordum. Muhtemelen dağılan bir bilezikten fırlamış ahşap bir boncuk, yassı ve bordo renk bir taş, çöpün kenarına fırlatılmış yüzü boyalı bir oyuncak bebek, desenli bir cam şişe, pamukları dışarı çıkmış oyuncak ayı, imitasyon bir künye, eski bir defter, boya fırçası...Dikkatimle övünen ben bile, bu gibi nesneleri gördüğümde onların gözümden nasıl kaçtığına anlam veremiyordum. Garipti, daha önce hiçbir vakayı bu derece garipsememiştim. Kadının çantasına doldurduğu her nesne, en az benim kadar görünmezdi.

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin