Madalyonun öteki yüzü - 14

6.2K 784 215
                                    

"Sırat! Onu uyandır, hemen şimdi!"

"Önce nöbetçileri şu odadan çıkar! Bu şartlar altında nasıl kontrolü elimde tutabilirim, söyler misin?"

"Sana söylemiştim, kaldıramayacağını söylemiştim."

"Melina, inan bana hiç sırası değil." 

Sonra kulağımın çok yakınında bir ses, "Kemeri bana ver, Aben." diye hırladı ve kollarımdaki baskı iki katına çıktı.

Sesler ve hisler tamamen kesildi. Perdelerin ardındaydım yine, sırt üstü düşmüş vaziyette gerilemeye çalışıyordum. Perdeler gittikçe uzadı, tıpkı bir yılan gibi kıvrıldı, bir avcı ustalığında üzerime atıldı. Kollarıma, bacaklarıma sımsıkı sarınan o dikenli kumaşların avuçlarında boğuluyordum. Ellerimle perdeleri itmeye, vücudumu saran dokusunu gevşetmeye, beni sıkan ve zapt eden o sinsi canavara karşı koymaya çalıştım ama mümkün değildi. Bağırdım ne var ki kulaklarıma varan ses, acılı bir kurt iniltisinden farksızdı. 

İrkilerek uyandım. Kulağıma dolan iniltiler kesilmemişti, gözlerim buğuluydu, hareket etmeye çalıştım ama kollarım sıkıca bağlanmıştı. Vücudumun her yerinden dayanılmaz bir ateş çıkıyordu, ter içindeydim, hızlı nefes almaktan başım dönüyordu.

"Ozan bey? İyi misiniz? Ozan bey, buraya bakın lütfen."

Hala inliyordum. Göğsümden tüten o sesleri durdurmanın imkanı yoktu. 

"Kollarımı çözün." dedim kazıyıcı bir sesle. Ses tellerim, uzun süre boyunca yüksek sesle bağırmışım gibi acıdı. 

Mideme çıkan acı su yüzünden konuşmaya devam edemedim. Kimse cevap vermiyor, etrafta ıssız bir sessizlik kol geziyordu. "Kollarımı çözün." dedim, daha güçsüz bir sesle. "Lütfen."

"Yarasa, sorun yok. Dediğini yap."

"Teni hala dokunulmayacak kadar sıcak." dedi Yarasa, dişlerinin arasından. Yüzü görüş alanıma bir girip bir çıkıyordu. 

"Kimseye zarar verecek durumda değil."

"Nereden biliyorsun?" diye parladı Yarasa. Bağırdığı kişinin Melina olduğunu, hayalle karışık düşüncelerimin arasından güçlükle çıkarabiliyordum. "Onu tanıyan sen değilsin, benim. Öfkesinin ne kadar yıkıcı olduğunu bir tek ben gördüm!"

"Rengi soldu." dedi tanımadığım biri. "Bayılacak."

Sonra her nedense uzun bir sessizlik oldu ve kollarımdaki sıkılık gevşedi, özgür kaldım. Bitmiş bir halde bedenimi geriye attım ve dizlerim, avuçlarım sert zemine çarparken başımı da yere eğdim. Midemdeki acı su yeniden yükselirken, içimde ne varsa dışarı çıkardım. Genzim yandı, midemin kasılmaları canımı acıtacak kadar güçlüydü, midem boşaldığında bu kez safra çıkarmaya başladım ki bu hepsinden daha kötüydü. Öğürmekten gözlerim acıyor, sulanıyordu.

Bacaklarım, ellerim tir tir titriyordu, terden sırılsıklam olmuş saçlarımdan yere su damlıyordu. 

Geriye kusacak hiçbir şey kalmadığında doğruldum ve dizlerimin üzerinde durup öylece duvarı izledim. Ağladığım yoktu, öfke nöbetlerim yoktu, sinir krizi de geçirmiyordum, sadece kalbim ağrıyordu, sadece hastaydım. Saatler süren ameliyattan sonra ruhum masada kalmıştı. Bir beden öldüğünde onu gömer ve üç gün ağladıktan sonra acısını yavaş yavaş unuturdunuz. Ama bir ruh öldüğünde, onu çürüyüp koktuğu o masadan kaldırmak, toprağa emanet etmek, unutup yola devam etmek mümkün olmuyordu. Yaşayan bedenin içinde çürümüş bir ölü taşıyarak, her gün biraz daha hastalanmaya, her gün biraz da yok olmaya mecbur kalıyordunuz.

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin