Avcı ve av - 20

5.3K 740 186
                                    

"Sırtımın çürüklerini telafi edebilecek tek bir şey var o da sarışının elleri." diyor, yüzü kapalı adamlardan biri. Altı kişiyiz, kara pelerinler ve kara peçelerle geceyle bütünleşmişiz. Yolun sonunda parlak ışıklar var, sesler geliyor, kahkahalar, şarkılar, enstrüman sesleri...

"Hangisini diyorsun? Çakma sarışını mı? Hani gözleri kahverengi olan?"

"Hayır be oğlum, öteki. Haneye geçen ay katılan."

"Beceriksiz, titrek olan." diye ekliyor öteki, yadırgar bir sesle. 

"Sen ne anlarsın, zevzek. Fahişe ruhu bana göre değil."

"Bunu umumhane yolunda yürüyen adam mı söylüyor?"

Dalaşıyorlar...Biri ötekinin sırtına vuruyor, diğeri esaslı bir tekme savuruyor. Bir yandan da gülüyorlar, aslında herkes bu gece biraz mutlu. Ben hariç. Gülmüyorum. Ayaklarım geri geri gidiyor. 

Şarkıların, kadınların şuh kahkahalarının duyulduğu kapının önüne varıyoruz. Koruyucuların çoğu hiç tereddüt etmeden içeri giriyor, kahkahalar ve müzik sesleri tarafından yutuluyor. Geride ben ve Yarasa kalıyoruz.

"Gelmiyor musun?" diye soruyor, kuşkuyla.

"Yorgunum, saraya döneceğim." diyorum.

Kaşları şüpheyle kalkıyor ama bu şüpheyi gizlemeye çalışırcasına aniden çatılıyor. "Sadakatin gözlerimi yaşarttı, Semender." diyor.

"Ne sadakatinden bahsediyorsun?" diyorum, sert bir sesle. 

"Melina'dan bahsediyorum..." diyor. Ses tonundan başka birini ima ettiğini anlıyorum. "Melina'ya sadakat beslediğini söylemeyeceksin değil mi?"

Asıl sormak istediği soru şu: Mihenk kızdan vazgeçtiğini söyledin, beni kandırmaya çalışıyor olamazsın değil mi? Biliyorum, düşüncelerini okurcasına biliyorum.

"Hayır." diyorum, belli belirsiz yutkunarak ve tek çaremin içeri girmek olduğunu düşünerek. "Sarayda işlerim vardı ama sabah halletsem de olur, içeri girelim."

İçeri giriyoruz. Kalabalık, duman, ter kokusu, kahkahaların sindiği duvarlar, kadınlar, aşırıya kaçan yoğun bir çıplaklık. Diğerlerinin yanına oturuyorum. Çoktan gevşemişler, biri yüzünü açacak oluyor - Örümcek olduğunu ilk bakışta anlıyorum - fakat Karga onu durduruyor.

"İçmeyi bilmiyorsan içme." diyor, tıslayarak. "Peçeni yüzüne yapıştırmamı istiyorsan, o başka." Karga grubun lideri, bizi sürekli denetler ve kimse ona karşı çıkamaz. Yalnızca zekasının hepimizin toplamından daha güçlü olduğuna emin olmamızdan değil; aynı zamanda Karga'ların kininin şakaya gelmeyeceğini bildiğimizden. Fakat Örümcek bu kez rahatsızlığını gizleme gereksinimi duymadan kıpırdanıyor. Kadınının yanında - bir fahişe olsa bile - ona emir verilmesinden hoşlanmıyor. Çok zaman geçmeden unutuyor. Eğlenmeyi, içmeyi, şakalaşmayı, kadınları pek sever. 

Bir kadın yanaşıyor yanıma, kızıl saçlı, yeşil gözlü. Saçları boya, biliyorum. Ama gözleri doğal. Dudaklarıma bir bardak dayıyor, içindeki sıvının kokusu genzimi yakıyor. Kadının gözlerine bakıyorum, bakmaya katlanabileceğim tek yeri gözleri. Yeşilin sakat bir taklidi gibi. Sahte bir orman gibi. O gözleri sökmek istiyorum. Bana dokunuyor, kimse fark etmeden ellerini itiyorum. Parmak uçlarımdaki ateşin onu uyarmaya yeteceğini biliyorum. Nitekim yanımda kalmaya devam etse de bir kez daha bana gerçek anlamda dokunmaya yeltenmiyor. Oda mı puslanıyor yoksa zihnim mi, bilmiyorum... Koruyuculardan çoğu özel odalara çekiliyor. Yarasa hala çaprazımda, gizliden gizliye beni dikizliyor; her hareketimden bir anlam çıkarmaya çalışıyor. İzlenmekten nefret ediyorum, atmaca misali bakışlarının her an üzerimde olmasından tiksiniyorum. Bu halde daha ne kadar yaşamak zorundayım?

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin