Mahşere mahkum - 2

14.2K 1.3K 254
                                    

Bölüm hazır olduğundan paylaşmak istedim, bir sonraki bölüm daha geniş bir zamandan sonra gelir sanıyorum. Bu arada kapağı değiştirdim, fikirlerinizi duymak isterim. Umarım beğenirsiniz, ilk bölümdeki destekleriniz için sonsuz teşekkürler :)

Gece, bir bardak suya atılan kara mürekkep gibi dağılmaya başladığında hep şöyle düşünürüm; ya bir daha güneş doğmazsa? Endişeden, ölüm korkusundan, kıyamet beklentisinden değildir içimdeki bu kuruntu. Dünyanın bir gün biz küçük kalplerle uğraşmaktan bıkması olağan görünür gözüme. Bu biraz da ağlayan birinin, bir daha hiç gülümseyememekten korkmasına benziyor aslında. 

Hiç ağlamadım, en azından şapkayı taktığım günden beri, bir kez olsun gözyaşı dökmedim. Sadece geçen yaz bulvarın otobüs durağında bekleyen genç bir adamdan, tebessümün de en az güneşin doğuşu kadar mucizevi olduğunu öğrendim. Adam sessizce ağlıyordu, durakta yalnız sanıyordu kendini. Kol yeniyle gözlerini silmiş ve cep telefonunun ardında bekleyen kişiye, "Bir kez ağladım ya, bir daha hiç gülmeyecekmişim gibi geliyor." demişti.

O gün, yani kadının evinden ayrıldığım akşamın ertesi sabahı, geçen yaz ağlayan adamın beklediği durağa uğradım. Her zamankinin aksine dudaklarımda pervasız gülüşüm eksikti. Bulutların ardından yüzünü göstermeye çalışan güneşin altında, işe ya da okula yetişmek için koşuşturan insanları izliyordum. Kahverengine çalan fötr şapkamı her ihtimale karşı bir iple boynumun önünden bağlamıştım. Otobüs durağının reklam panosunda yansımam yoktu, bu da her zamanki kadar var olmadığım anlamına geliyordu.

Yeşil yaya ışığı yandığında cadde karşıdan karşıya geçen insan kalabalığıyla ezildi, tam da o an, insanların arasında benim açımdan en az güneş kadar parlayan bir suret göründü. Yutkundum ve göz alıcı parlaklık mum alevi gibi titreyip sönerken, adım adım geriledim. Düş polisinin gözleri bir mıknatısı andırırcasına üzerime çevrildiği anda da elimi her ihtimale karşı fötr şapkamın üzerine yerleştirerek koşmaya başladım. 

Bulvar sabah vaktinin kalabalığıyla haşır neşir olduğundan, insanlar görünmez bir suret nedeniyle itildiklerinin pek de farkında değillerdi, dolayısıyla rahat hareket ediyordum. Yine de düş polisinin yalnızca ben ve benim gibilerinin duyabileceği sirenleri kulaklarımda uğulduyordu, bu yüzden pek tabii huzurumu yüreğimde tutamıyordum.

Aklımdan tonlarca olasılık geçiyordu koştuğum yerde. Çınar ağacını, bulvarı çevreleyen dükkanları, ardından kavşağı baştan başa geçerken, ihtimallerin içinde en yakın gelen dün geceki temasımdı. Düş polislerini hafife aldığım için kendime kızgınlık duysam da yine olsa yine aynı teması kuracağımı biliyordum. 

Yorgunluktan bacaklarım sızlamaya başladığında pes etmeye karar vererek yavaşladım, dizlerimi tutup yere eğildim. Bu sırada düş polisi de kulak tırmalayıcı homurtularıyla yanı başımda bitmişti. Doğrulup polisin beyaz, soluk yüzüne, bembeyaz kaşlarına ve saçlarına baktım. Onlardan birini görmeyeli uzun zaman olmuştu, bu yüzden selam vermeyi neredeyse unutuyordum. Etrafı kolaçan ettikten sonra saniyelik bir hareketle fötr şapkamı çıkarıp selam verdim, saniyelik görüntü titreşimi kimsenin dikkatini çekmezdi ne de olsa.

"Sizi görmek ne güzel, efendim." dedim, kibar bir sesle.

"Neden kaçıyorsun, muhterem?" diye cevap verdi düş polisi. Muhterem hitabını duyduğumda neredeyse gülümseyecektim, alışkanlıklar zamana rağmen değişmiyordu demek.

"Daha önce bir kez bile kural ihlali yapmadım." dedim, sakin bir sesle. "Bu yüzden tek seferlik ihlal için ceza vermeniz doğru gelmiyor. Bunu hak ettiğimi düşünmüyorum, efendim."

"Sen neden bahsediyorsun?"

"İhlal için kovalamadınız mı beni? Dün gece bir insanla yakın temas kurdum."

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin