Gözyaşının kaderi - 16

5.9K 774 120
                                    

Ne demişler, bölümün erken geleni makbuldür. (Dememişlerse de ben diyorum :P ) Okulda beni yeni bölüm diye sıkıştıran sevgili arkadaşıma sınav çalışmalarımı sabote ettiği için teşekkür eder, iyi okumalar dilerim. 

Kaçmak ona göre değildi. O an ne hissediyorsa, bunun onu küçük düşürüp düşürmeyeceğini ya da zor durumda bırakıp bırakmayacağını düşünmeden, hesapsızca anlatırdı ve yağmurunu bırakan bulutlar gibi hafiflerdi. Dokuz yaşındayken onu bir elbise dolabında saklanmış, kan ter içinde yaşam dilenirken bulduğumda da öyleydi, henüz genç bir kızken onu geride bırakıp yoluma devam ettiğimde de öyleydi. O hiç değişmemişti, katlanmak zorunda kaldığı hiçbir acı, hislerini bir zehir gibi içinde tutmasına mahal verememişti.

Ama o gece kaçtı. Peşinden koştum, adını seslendim hiç durmadan. İstesem onu yakalayabilir, kollarından tutup onu benimle kalmaya zorlayabilirdim ama ruhu benimle değilken, benden kaçarken bedenini yanımda tutmanın bize ne faydası olurdu? Üstelik her şeyi yoluna koyacak sihirli kelimeleri bilmiyor, dilimi kelepçeleyen o sinsi yenilmişlikten kurtulamıyordum. Belki de bu yüzden o, merdivenleri üçer üçer tırmanır ve odaya koşup kapıyı arkasından kilitlerken, peşinden gittim ama cansız kollarım ona uzanmadı, ayaklarım geride kaldı. Gökyüzündeki bir kuşa uzanmaktan daha kolay değildi onu yakalamak; elimdeki ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim silahla onu gökyüzünden mahrum bırakabilir ama aynı zamanda ona ölümcül bir yara verebilirdim.  

Ne var ki gözlerimin önünden yitip gittiği anda çıplak gökyüzüne bakar gibi bir boşluğa kapıldım, her şeyi unutup, korkularımı sindirip kapıyı çaldım. 

"Nida." dedim, soluk soluğa. "Aç kapıyı, konuşalım." Kapıyı sarstım, bir an için kırmayı düşündüm ama bunun her şeyi daha da kötü bir noktaya getireceğinden endişelenerek vazgeçtim.

Kapının ardından ses gelmiyordu. Uyuşmuş ellerimle kapıya birkaç kez daha sertçe vurdum. Odalarına dönen müşteriler gelip geçerken acıyan ya da meraklı bakışlarla bulunduğum yere göz atıyor, kendi aralarında fısıldaşıyor sonra ilgilerini yitirerek uzaklaşıyorlardı. 

Nihayet koridor tenhalaştığında yeniden konuşmaya cesaret edebildim.

"Benim için de her şey çok yeni." dedim, beni dinlediğini umarak. "Neden saklandığını bile bilmiyorum, kahretsin." 

Sırtımı kapıya verdim, tutmayan bacaklarım yüzünden yere çöktüm ve kafamı kapının girintili vücuduna yasladım. 

"Bana ne diye seslendiklerini umurumda değil, inan..." diye fısıldadım. "Şapkalı, hain, Ozan, Semender...Kim olduğumu bilmiyorum ve kim olursam sana daha iyi geleceğimi kestiremiyorum..."

"Bana bir yol göster, kaybolmuş gibiyim."

Sessizlikten gayrı cevap gelmedi kapının ardından. Bu hayatın en acı noktalarından biriydi hiç şüphesiz; siz bir çığlık beklersiniz ya da kulak dolusu gök gürültüsü fakat karşılığında belirsiz bir fısıltı, ufak bir esinti bile koparamazsınız. Beklentinin bıçağı kördür, etinizi kesmeye çalışırken ezer, daha çok acıtır, göze hoş gelmeyen izler bırakır. Aradan dakikalar geçtiğinde yaralı, bedeni eziklerle dolu, beklentinin bıçağında bilenmiş bir adamdım ben artık. 

"İyi geceler." dedim, kısık sesle.

Merdivenlerden inerken aklım da ruhum gibi bomboştu, handa uyumak istemediğime karar vererek yeniden ahıra döndüm. Yarasa çoktan gitmişti, ahırın içi hayvanların düzenli soluklarıyla doluydu. Nox'un bağlı olduğu köşeye gidip kendimi samanların üzerine bıraktım ve ahır penceresinden içeri dolan ay ışığının altında Nox'un kara gözlerine baktım.

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin