Vaat edilen bahar - 23

5.5K 732 192
                                    

Kollarımın arasında bana doğru dönüp yüzüme baktı, ciddiyetimi ölçer gibiydi. Elleri göğsümün üzerinde ürkekçe duruyordu. Her zaman mat bir beyazlıkla parlayan yanaklarında kırmızılık vardı, utanmış mıydı? Hislerini ölçmek, tahmin etmek o kadar zordu ki. Bazen onu gerçek anlamıyla göremediğim düşüncesine kapılıyordum. Aramızda bir tül vardı ve o tül, sözleri, bakışları, öfkeyi, hüznü geçiriyor ama sıra aşka, mutluluğa, umuda geldiğinde katı bir duvar kesiliyordu. 

"Kalacak mısın?" diye sordum, evet cevabı için yanıp tutuşurken.

"Gitsem daha iyi olur." dedi. "Seni de kendimi de boş yere tehlikeye atmak istemiyorum."

Haklıydı, hem de sonuna kadar. Öyleyse kalbim neden böyle isteksizdi? Ben hiç farkında olmadan, aklımın uzak bir köşesi onu yanımda ve güvende tutmaya dair planlar kurmaya başlamıştı. Hayır, dedim kendi kendime. Böyle bencil olma.

Başımı evet anlamında sallarken, birlikte geçireceğimiz vakti uzatmanın yollarını aramakla meşguldüm. Tüneller her neredeyse oraya birlikte yürümeyi teklif edecektim ki mandalina bahçesinin başından gelen belirsiz bir ayak sesi duydum. Düşüncelerim ivedilikle, o günün öğlen saatlerinde sarayın penceresinden izlediğim gözcülerin bahçe ağaçlarının gölgesinde saklanmış suretlerine kaydı. Bahçeye girerken beni görmüşler miydi ya da onu? Hiçbir fikrim yoktu ancak izleniyor olsak bunu fark edeceğimi düşünüyordum. Ben onun peşinden koşup kutlama alanından bahçeye gelirken etrafta kimsenin olmadığına neredeyse emindim.

"Benimle gel." dedim, Nida'nın elinden tutup hızla öne geçerek. 

"Neler oluyor?"

Başını arkaya çevirip karanlık bahçeyi kontrol ederken tedirgindi, avuçlarımın arasında titreyen eli soğuk bir nemle kaplanmıştı. Elimden kayıp gitmemesi için parmaklarımızı kenetledim. 

"Hızlı ol." dedim, gergin ve sessizce. 

Adımlarını hızlandırdı, yumuşak toprağın üzerinde becerebildiğimiz kadar sessiz bir şekilde uzun bir süre koştuk. 

"Tünel girişinden uzaklaştık." dedi Nida, fısıltıyla. "Nereye gidiyoruz?"

"Henüz parlak bir planım yok." dedim, kısık sesle. "Gözcüden ne kadar uzaklaşırsak o kadar iyi."

Arkamı dönüp baktığımda, ağaçların arasındaki minik bir ışığın ağır ağır yaklaştığını, ışığın ardında gölgeli bir yüzün parladığını gördüm. Fakat gözcünün bizi görebiliyor olması imkansızdı. Etrafı şüpheyle kontrol edişinden, bakışlarının bir avcı misali ağaçların arasında dolaşmasından anlıyordum.

"Kim var orada?" diye soran ses, yağmurla ıslanmış mandalinaların arasında dolaşıp kulaklarımıza ulaştı. 

Nida ormanın zeminindeki kurumuş bir dal parçasına bastığında derin bir çıtırtı çıktı ve bu ses gözcünün yürümeyi bırakıp koşmaya başlamasına neden oldu. Artık ses çıkarıp çıkarmadığımızı önemsemeden, Nida'yı da peşimden sürükleyerek koşmaya başladım. Rüzgar kulaklarımın iki yanında uğulduyor, bedenim alarm veriyordu. Nida'nın bana uyum sağlayamadığını, tökezlediğini, soluk yetiremediğini fark ettiğimde ona danışma gereksinimi duymadan bedenini kucakladım. Sanki bu onu güvende tutmaya yetebilirmiş gibi başını omzuma gömdü ve hızlanmış nefeslerini yatıştırmaya çalışarak omuzlarımı sıktı. 

"Kalbim duracak." dedi kulağıma doğru.

"Merak etme." dedim. "Sana zarar gelmesine izin vermem."

Mandalina ağaçları seyrelmeye, yerini alçak fundalıklara bırakmaya başlamıştı. Yağmur yavaşladıysa da durmamıştı, ağaçlar azaldıkça damlalar da etkisini arttırıyor, gözlerime doluyordu. Gözcü hala koşuyor olsa da bizden metrelerce uzaktaydı, bizi göremediğine ama uzaklaşan ayak seslerimizi duyduğuna emindim. Önümdeki tek seçenek, fundalıkların açtığı dar patikanın sonundaki depo benzeri, tek katlı kerpiç evdi. Evin etrafı demir tellerle çevrelenmiş, tellerin uçları bilerek sivri bırakılmıştı. Evden ne ışık ne de ses geliyordu. Pencerelerin önüne çarpı oluşturacak şekilde iki geniş tahta çakılmıştı. 

BulvarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin